AKIL-AKILDIŞI
Seçimlerden bir gün önce yayınlanacak yazımın başlığını bulmada İngiliz
Sunday Telegraph gazetesinde yayınlanan bir fotoğraf ve gazetenin bu fotoğrafa
ilişkin yorumu etken oldu.
Alanya’da bir plajda çekilen fotoğrafta bikinili iki bayanla biri “haşema”lı,
öteki kara çarşaflı iki başka bayan görülüyor.
Bikinili bayanlar fotoğraf karesinin solunda, ileriye doğru yürümekteler.
Baştan aşağı örtülü öteki iki bayan, fotoğraf karesinin sağında, cepheden
görülmekte.
Bu iki ayrı dünyanın birbirleriyle hiçbir ilgisi yok.
Fotoğraftakiler sanki başka dünyalarda, başka yüzyıllarda, başka
gezegenlerdeler.
Bunları “mecazi” anlamda söylemiyorum.
Fotoğraf, gerçekten de, birbirine karşı tümüyle ilgisiz iki ayrı dünyayı
gösteriyor.
Nitekim, İngiliz gazetesinin yorumunda şöyle denmekte: “Burası Türkiye’de
herhangi bir plaj olabilirdi. Kadınlar güneşleniyor, ellerinde bir roman ya da
sigara var. Ama vücutlarından ufacık bir parça bile görünmüyor. Çünkü haşema
giymişler. Sonra önlerinden bikinili kızlar geçiyor, hiç ilgi göstermiyorlar.”
Gazetenin yorumu aşağıdaki soru vurgulu cümle ile noktalanıyor:
“Bu iki çok farklı yaşam tarzının yan yana var olup olamayacağı, ya da birinin
kaçınılmaz olarak diğerine baskın gelip gelemeyeceği meselesi Türkiye’nin
geleceğinin anahtarıdır.” (15 Temmuz tarihli “Vatan” gazetesinden alıntıladım.)
*** *** ***
Burada “türban”, “haşema” ya da “çarşaf”ın dinsel içeriğini, ya da topluma
bir dünya görüşünün simgesi olarak dayatılmalarını tartışacak değilim. Bunlar
çok tartışıldı ve korkarım ki daha uzun süre tartışılmaya devam edecek…
Beni yukarıda sözü edilen fotoğrafta ilgilendiren, “iki ayrı dünya” diye
nitelediğim karşıtlığın, bana akıl ve akıldışının karşıtlığı olarak görünmesi
oldu…
Ve “akıldışı”nın “akıl” karşısında tam bir duyarsızlığa, İngiliz gazetesinin
deyimiyle tam bir “ilgisizliğe” sahip oluşu…
Giyimli kuşamlı olarak güneş altında yatılmaz…
Bedeninize su değmeden denize girmenin bir anlamı yoktur…
Bunlar akıldışıdır.
Bu akıldışılığı daha da şaşırtıcı, daha da akıldışı kılan, kendine olan tam
güveni, akıl karşısında duyarsızlığı, ilgisizliğidir…
Akıldışının akla meydan okuması…
Kölenin zincirlerinden hoşnutluğu….
Özgürlüğe karşı duyarsızlığı, ilgisizliği…
Aklın ve akıldışının bir arada bulunuşuna, tıpkı özgürlükle kölelik için olduğu
gibi, demokrasi denemez…
Birbirinin zıddı, tepeden tırnağa farklı iki ayrı dünyanın(şimdilik bir arada,
karşılıklı bir “ilgisizlik” görünümünde bulunuyor olsalar da ) uzlaşması
olanaksız karşıtlığı, kıyasıya savaşımıdır bu…
Akıldışı, demokraside bir taraf değil, önü alınamazsa eğer toplumu bütünüyle
kaplayacak, toplumsal bünyeyi çürütüp yok edecek ölümcül bir hastalıktır.
Bir toplumda akıl ve akıldışı birlikteliği, tıpkı tek bir insan kişiliğinde
olduğu gibi, sürgit devam edemez…
Sonunda ya akıl ya akıldışı egemen olacaktır…
*** *** ***
Ülkemizde akıldışı, sadece akla karşı bir yaşam anlayışını dayatmakla
kalmıyor, ele geçirmiş olduğu siyasal erkle ve emperyalizmin açık desteğinde,
onun Türkiye’deki ortağı, temsilcisi gibi, ülkenin bütün zenginliklerini yok
ediyor, yağmalıyor, yağmalatıyor, saçıp savuruyor, haraç mezat satıyor.
Uygarlaşmanın, aydınlanmanın bütün evrensel ve ulusal değerlerini bozuyor,
kirletiyor, küçümsüyor, hor görüyor, yozlaştırıyor, yok ediyor.
Türkiye hiçbir zaman bu kadar büyük bir tehditle karşı karşıya kalmamıştı.
Bu pislikle, çürümüşlükle ancak tüm ulusça bir savaşımla başa çıkılabilir.
AKP’den ve kadrolarından kurtulmak, bugün ülkenin başlıca, birincil sorunudur.
22 Temmuz bu silkinişin ilk büyük adımı olmalıdır…
Savaşım akılla akıl dışı arasındadır…
Ve aklın değil şu ya da bu biçimde akıldışının yanında saf tutan, akıldışına
pirim veren, akıldışıyla uzlaşmaya çalışan, akıldışına hoş görünme çabasında
olan; akıldışı karşıtlığını faşistlikle, militarist olmakla, demokrasi
düşmanlığıyla suçlayacak kadar sağduyudan uzaklaşan, kimliksizleşen, akıl ve
vicdan sağlığını yitiren, böylece de savaşımın büyük cephesinde gedikler açan
bir “sol”un; “liberal”, “demokrat” vb. görünümlü bir kaypaklığın, bilinçli ya da
bilinçsiz sorumsuzluğun, sonuçta da emperyalizm-akıldışı ortaklığı ile üstü
örtülü ya da apaçık bir işbirlikçiliğin bu ülkenin geleceği konusunda söyleyecek
hiçbir sözü olamaz.
Ataol Behramoğlu/”Cumartesi Yazıları”/210707