HANGİ ORDU?
Ordu konusu birdenbire ve beklenmedik biçimde bir kez daha gündeme geldi.
Oysa “Balyoz” ve “Ergenekon” kendi kaderine terk edilmiş, ordu tam anlamıyla
kışlasında işiyle gücüyle meşgul gibiydi…
Süheyl Hocanın sözleri ortamı bir anda alevlendirdi.
Başta başbakan makamındaki kişi olmak üzere iktidar partisinin ağır ve hafif
topları, halkın gözünde itibarını zedelemiş oldukları orduyu savunur pozisyonda
salvo ateşine başladılar.
Fakat eleştirildiği varsayılan ya da savunulur görünen acaba hangi orduydu?
Biraz irdeleyelim…
*** *** ***
60’lı yıllarda Marksizm’in temel yapıtları birbiri ardına yayınlanmaya
başladığında, yutarcasına okuduğum kitaplar arasında Lenin’inkiler ön sıradaydı.
Bunlardan hangisindeydi anımsamıyorum, fakat işçi sınıfının da
“fahişeleşebileceği” gibi bir söz zihnimde o günlerden beri çakılı kalmış.
Kitaplar şu anda elimin altında olmadığı için az önce internette arayıp buldum.
30 Eylül 1906’da Proletarya dergisinin 5. sayısında yayınlanan makalesinde
Lenin aşağı yukarı şunu söylüyor:
Herhangi bir mücadele yöntemi(burada gerilla savaşı) peşin olarak reddedilemez.
Yapılması gereken, söz konusu yöntemin “sosyalizmin aydınlatıcı ve örgütleyici
etkisiyle yüceltilmesi”dir…
Zaten bu yapılmaz da “burjuva toplumundaki mücadele yöntemlerinin eksiksiz
tümü,proletaryayı, altındaki ve üstündeki proleter olmayan çeşitli katmanlarla
yakın ilişkiye sokup olayların kendiliğinden akışı içine terk ederse, o(yani
proletarya A.B.) yıpranır, yozlaşır, fahişeleşir.”
Yukarıdaki yeterince açık sözlerden benim şu andaki konumuz bakımından
çıkarsadığım, hiçbir toplumsal olgu ya da kurumun, sosyalist ideolojinin
taşıyıcısı işçi sınıfının bile değişmez olmayışıdır…
*** *** ***
Şimdi ordu olgusuna ve “hangi ordu?” sorusunun yanıtına gelelim…
Bütün toplumsal olgular, oluşumlar ve kurumlar gibi, ordu kurumu da çeşitli
etkenlerin etkisi altında değişime açıktır, değişmektedir…
Kurtuluş Savaşını yapan bağımsız orduyla NATO’ya kabul edilmek için Kore
savaşına katılan ordunun aynı ordu olduğu söylenemez.
27 Mayısı gerçekleştiren ordu ile dönemin Genel Kurmay Başkanının temsil ettiği
ordu aynı ordu muydu?
Ordu, bütün zamanlar içinde, bütün ülkelerde, bütün toplumsal süreçlerde, aynı,
değişmez, ayrışmaz, devinimsiz bir kütle midir?
İlkellere özgü “skolastik” tartışma, sataşma ve demagojileri bırakıp, diyalektik
aklın öngördüğü yöntemle düşünüp konuşmak gerekir.
Fakat bunu- kendilerince her fırsatı, muhalefeti sindirmek ve toplumun gözünü
korkutmak için, demagoji, tehdit ve suçlama konusu yapan-günümüz iktidar
partisinden ve besleme yandaşlarından beklemek boşunadır.
*** *** ***
Orduyu bütünüyle yüceltmek de yermek de aynı ölçüde yanlıştır.
Önemli olan, sınıfsal konumu belli bu toplumsal kurumu günümüz Türkiye
koşullarında (içteki ve dıştaki) hangi güçlerin ne ölçüde etkileyebileceğidir.
Türkiye gerçekliğinde, ordunun ülke bağımsızlığı ve laiklik başta olmak üzere
cumhuriyetin değerlerine duyarsız olması beklenemez.
Fakat asıl sorun ondan bunun nasıl gösterilmesinin beklendiğidir...
Muhalefet partisi yöneticisinin bir bardak suda fırtına kopartan sözleri, orduyu
kötüleme ya da aşağılama değil, bütün yurtseverlerdeki, cumhuriyet
yandaşlarındaki bir düş kırıklığının dile getirilmesidir…
Fakat asıl yapılması gereken ise, bu düş kırıklığının nasıl aşılabileceğinin
yollarını bularak ülke yönetimini bu günkü iktidardan kurtarmaktır…
Orduyu da büyük ölçüde rahatlatacak olan budur…
Eğer bu başarılamazsa, uzak olmayan bir gelecekte cumhuriyet ordusundan geriye
ne kalacağı çok kuşkuludur…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/120211