İSTANBUL TÜRKLERE YAKIŞIYOR…
Bu hafta bambaşka bir konuda yazacaktım. Ümit Zileli’nin bu haftaki yazısında
bir bölüm düşüncemi değiştirdi, tasarımı erteledim ve bu haftaki yazım için
duraksamaksızın yukarıdaki başlığı seçtim… Şimdi Ümit’in yazısından, sözünü
ettiğim bölümü birlikte okuyalım:
“AP başkanı(Borrell),İstanbul’dan ayrılmadan önce aynen şöyle dedi:
-İstanbul’u tek başına düşündüğümüzde, çok rahatlıkla AB üyesi olabilecek bir
ülke olurdu.
Başkan’ın bu sözleri bana yıllar önce sevgili Hasan Pulur’un köşesinde yer alan
Japon tarihçi Yuzo Nagata’nın, kendi deyimiyle ‘acı ve çarpıcı İstanbul anısını’
anımsattı. Nagata’nın ağzından dinleyelim:
-Amerikalı bir Türkologla Galata Köprüsü’nden geçiyorduk, durdum ve ‘İstanbul’a
bak, ne kadar güzel’dedim. Amerikalı da ‘Evet, bir de Türklerin olmasa’ dedi…”
Ümit’in “Amerikalı Türkolog”dan aktardığı cümle bedenimde sanki açık bir sinir
ucuna dokunarak canımı acıttı ve beni bu hafta için tasarladığım yazıdan
kopararak bambaşka duygulara sürükledi… Ve “İstanbul Türklere yakışıyor”
sözcükleri zihnimde haksızlığa karşı öfke ve büyük bir haklılık duygusuyla
birlikte belirdi…
*** *** ***
Dünyanın pek çok ülkesini görmüş biriyim. Bunların en sonuncularından biri
Amerika Birleşik Devletleri ve o ülkede gördüğüm büyük kent Chicago’dur. Chicago
orada görüp tanıdığım Amerika’lılara yakışıyor… Düz, yüzeysel, sonradan olma,
sonradan görme…
İstanbul Amerikalıların olsa, onu kendilerine benzetirlerdi. Hiçbir gizemi,
büyüsü, canlılığı kalmazdı…
Londra İngilizlere yakışıyor… Soğuk, puslu, içine kapanık… İstanbul İngilizlerin
olsa onu kendilerine benzetirlerdi… Ya da kim bilir, yüzyıllar içinde onlar
İstanbul’a benzemeye başlarlardı…
Kuzey ülkelerinin kentleri için aynı şeyi söyleyeceğim… İstanbul’u bir İsveç(ya
da İsveçli) kenti olarak düşünemiyorum bile…
Moskova Ruslara yakışıyor… Kabalıkla içtenliğin, içe kapanıklıkla apansız duygu
patlamalarının kenti… Alabildiğine geniş, büyük, yoksul ve cömert… Sertliğin ve
yumuşaklığın, yakından tanımadığınızda insanı şaşkına çeviren bir sentezi… Rus
doğası İstanbul’u kendine benzetemez, İstanbul da Rus doğasını dönüştürüp
kendine benzetmekte güçlük çekerdi…
Paris, oradan geçmiş, orada bir süre yaşamış her yabancı gibi beni de etkiledi
ama dönüştüremedi. Paris’i sevdim, ama orada yıllarca yaşamış olmama karşın
kendimi zerre kadar Fransız gibi hissetmedim. Paris Fransız’dır ve dünyaya bir
tane Paris yeter. İstanbul Fransızların olsa onu Parisleştirmeye ya da kendileri
İstanbullulaşmaya çalışır, fakat sonuçta ne Türk ne Fransız olan bir Pierre Loti
garabeti çıkardı ortaya…
Listeyi uzatmak için düş gücünü zorlamaya fazla gerek yok… Bir kentin
özellikleri ile orada yaşayanların kimlikleri karışır, bir bütün oluşturur… Hele
bu birliktelik yüzlerce yılı bulmuşsa… Bir kente güzel diyorsak eğer, o güzellik
orada yaşayan insanlarla da ilgilidir.
“Amerikalı Türkolog”un, türkolojiyi türk düşmanlığı yapmak için öğrenmediyse
eğer, anlamadığı şey bu olsa gerek…
*** *** ***
İstanbul, buradaki yaşamımız beni de çoğumuz gibi kimi kez öfkeden kudurtsa da,
dünyada görüp tanıdığım en güzel kenttir. Bu güzellik, sadece kentin
coğrafyasının değil bu kentte yüzyıllar süresince oluşmuş eşsiz bir sentezin
sonucudur. Bir kent sadece coğrafya demek değildir. Sadece coğrafya olarak
baktığımızda başta Paris olmak üzere Batı ülkelerinin hiç birinin ilginç bir
coğrafyaya sahip olmadığını söyleyebiliriz. Sadece mimari özellikler de bir
kentin güzelliğini, ilginçliğini açıklamaya yetmez. Hitler gibi birinin eline
geçse, Paris’in bütün mimari zenginlikleri anlamsız bir taş yığınına
dönüşebilirdi… Kentler, orada yaşayanlarla bir bütünü oluşturduklarında bir
anlam taşırlar… İstanbul hâlâ güzelse, bu sadece gerçekten eşsiz bir coğrafyanın
değil, aynı zamanda da bozulup yok olmamakta hâlâ direnen eşsiz bir sentezin
sonucudur…
*** *** ***
Bu gün çok doğal, haklı ve aynı zamanda da siyasal tarihin çok anlaşılır sonucu
olarak “Türk” sözcüğüyle adlandırdığımız bu sentez, bir ırkın, tek bir etnik
kökenin değil, sayısız etnisite ya da inanışın yüzyıllar içinde kaynaşmasından,
birbirini karşılıklı olarak etkilemesinden oluşmuş, gerçekten benzersiz, eşsiz
bir bütündür… Bu anlaşılmaksızın ne İstanbul ne de Türkiye gerçeği
anlaşılabilir. Batılı ya da Amerikalının bu konudaki cahillik ve yüzeyselliğini
belki de anlayabilir ve onları küçümsemekle yetinebiliriz… Anlaşılması asıl güç
olan, kendi ülkelerinin, kendi kimliklerinin, bizi biz yapan eşsiz kültür
sentezinin bilincine sahip olmayan insanlarımızın varlığıdır.
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/111204