KADIN MEZBAHASI TÜRKİYE
İnsan kendi ülkesini bu sözcüklerle nitelerken irkiliyor.
Fakat ne kadar acı ve irkiltici olursa olsun, gerçek budur.
Türkiye bir kadın mezbahasıdır.
Kadınlarının, kızlarının, acımasızca, gaddarca, alçakça katledildiği bir
ülkedir.
Bu konuda bir kaç hafta önce yazmayı tasarlamıştım.
Gazetelerden kestiğim bir dosya dolusu haber vardı elimde.
Araya başka konular girdi.
Bu arada bizim gazeteden(E.Kongar, H.Çetinkaya), Vatan’dan R.Mengi, muhakkak
başka gazetelerden de yazarlar, aynı konuda yazdılar.
Yazılmayacak gibi de değil çünkü.
Kurbanları kadın olan, her gün bir ya da bir kaç cinayet haberi yer alıyor
medyada.
Dünyanın hiç bir başka ülkesinde, kadınların “recm” edildiği(taşlanarak
öldürüldüğü) günümüzün ortaçağ ülkelerinde bile, kurbanları kadın olan bu kadar
çok sayıda ve akıl almaz gaddarlıkla işlenmiş cinayetler işlendiğini sanmıyorum.
Sözcükleri yerli yerinde kullanmaktan çekinmeyelim.
Alçaklığın bu derecesinin, bize, bizim ülkemizin erkeğine özgü olduğunu
düşünüyorum ve bu anlamda da “erkek” sözcüğü, anlamıyla da tınısıyla da, iğrenç
ve küçültücü geliyor bana.
*** *** ****
Sözünü ettiğim yazılarda, son bir kaç hafta içinde işlenmiş ya da yargı
aşamasındaki cinayetlerden bazıları sıralanıyor.
Hepsini sadece haber başlığı olarak sıralamak bile bir köşe yazısının
sınırlarını aşar.
Nitekim Ruhat Mengi “Kadın düşmanlığı değilse ne?” başlıklı yazısında,verdiği
örneklerin sadece bize ulaşanlar olduğunu belirterek “Türkiye’de her 100
kadından 97’si şiddete uğradığına göre, kim bilir daha kaç milyon kadın bu
düzeyde vahşetle, dehşetle yaşamakta” diye yazıyor...
*** *** ***
Ayrıldığı kocası tarafından çalıştığı iş yerinde defalarca bıçaklandıktan
sonra boğazı kesilerek öldürülen dört çocuk annesi kadın.
Kocasının iki ruhsatsız tabancasından çıkan kurşunlarla öldürülen, yine dört
çocuk annesi bir başka eş.
Altı aylık evlilikten sonra boşanma davası açtığı adam tarafından pusuya
düşürülüp pompalı tüfek ateşiyle öldürülen hemşire.
Ellili yaşlardaki kayınbirader tarafından gözünden vurularak öldürülen yirmili
yaşlardaki genç kadın...
Bahaneler hep “namus”.
Bu cinayetleri işleyen alçaklar, böylece annesiz ve (ömrünü cezaevinde
tüketeceği için) babasız kalan çocukların namusları, gelecekteki yaşamları
konusunda belli ki herhangi bir kaygı duymuyorlar...
Bu cinayetleri işleyenler, sadece kara cahil denebilecek kimseler de değil.
İşte, iki haber başlığı:
“Sevgilisini öldüren gazeteciye müebbet”
“Tıp öğrencisi eşini öldüren (astsubay çavuş) kocaya ağır müebbet...”
*** *** ***
“Türk”lerin işlediği, kurbanları kadın olan cinayetler ülke dışında da
sürüyor...
“Sözünü geçirmediği” on üç on dört yaşlarındaki kızını sabaha karşı uyumaktayken
dönerci bıçağı ile katledip kaçan “baba”nın haberi, yine yakın zaman önceki
gazetelerdeydi.
Yurt dışında karısını öldüren bir başka Türk’e ilişkin haber başlığı şöyleydi:
“Bıçakladım, ölmediğini anlayınca arabayla ezdim”
Amcasının kızı olan eşini, cep telefonuna gelen mesajı göstermediği için öldüren
katil, polis ifadesinde şunları söylüyor:
“Bıçakladım, sopayla vurdum. Son hamleyle kendini araçtan attı. Boğazından
hırıltılı sesler geliyordu. Anladım ki ölmemiş. Arabaya döndüm. Gaza bastım.
Hızla üzerinden geçtim, bir daha. Çünkü ölsün istiyordum.”
Bu kişi, Türkiyedeki ailesine gönderdiği mektubun bir yerinde, cinayeti “şeytana
uyup” işlediğini yazıyor...
Yargılamaların bizdeki gibi uzayıp laçkalaşmadığı Almanya’da, bir kaç celse
sonunda katile ömür boyu hapis cezası veren Bielefeld Eyalet Mahkemesi kadın
yargıcı Jutta Albert’in kararı bildirdikten sonra söyledikleri, sadece bu caniye
değil, kadınların bir mezbahada gibi birbiri ardına boğazlandığı bu ülkenin
tümüne yönelik bir insanlık dersi değerinde ve önemindedir.
“Bir insan sevdiği kişiyi nasıl öldürür. Aileye yazdığınız mektupta şeytana
uyduğunuzu yazmışsınız. Ancak bu cinayeti işleyen şeytan sizdiniz. Yirmi kez
başından ve boynundan bıçakladınız. Gözlerini oyarak kör ettiniz. Tekrar tekrar
bıçaklayıp dövdünüz. Tüm bu caniliği anlayamıyorum.”
Bu konuyu sürdüreceğim...
Ataol Behramoğlu/”Cumartesi Yazıları”/220809