KİMİZ?

İlhan Selçuk öncülüğünü sürdürüyor… Perşembe günü yayınlanan “Bırakın Barış İçinde Yaşayalım…” başlıklı köşe yazısı yine sadece bir yazarlık başarısı değil gazetecilik başarısıdır da… Mehmet Ali Ayni’nin kitabını nereden bulup çıkarmış… 1908 yılında toplanan “Osmanlı Mebusan Meclisi”nin, 1909’da kurulan “İttihadı Anasırı Osmaniye”(Osmanlı Unsurlarının Birliği) topluluğunun görünümleri gerçekten dudak uçuklattırıcı. Bu gibi belgeleri görüp öğrendiğimizde, yakın tarihimizi(sadece yakın tarihi mi?) doğru dürüst bilmediğimiz ortaya çıkıyor… Ve “bu tarihsel kargaşadan bir laik Türkiye Cumhuriyeti çıkaran” Mustafa Kemal’in başarısının olağanüstü büyüklüğünü yeterince kavramamış olduğumuz…

*** *** ***

Türk müyüz Türkiyeli mi tartışmalarına katılmayı canım istemedi… Çünkü biri ötekiyle çelişmiyor. Türkiye ülkenin, Türk, ulusal kimliğin adıdır. Bu konuda kılı kırk yaran akıl yürütmelere başlayıp Türklüğü Türkiyelilikle değiştirdiğimizde bu kez Türkiyelilik kavramı da tartışmaya açılır. Ülkenin adı neden bir etnik kimlikle tanımlansın? O zaman da işin içinden çıkamaz, İlhan Selçuk’un yazısında( M.Ali Ayni’nin kitabında) betimlenen Osmanlı İmparatorluğunun son günlerine geri döneriz… Yoksa “içerden ve dışardan” zorlamalarla yapılmak istenen gerçekten bu mu?

*** *** ***

“Kimiz” sorusunu önceki gün, dostluğumuz gerçekten de tam kırk yılı bulan Halûk Şahin’in TV8’deki “Derin Haber” programında da konuştuk. Tartıştık demiyorum, çünkü program yöneticisinin ve katılımcıların(benden başka tarihçi Orhan Koloğlu , Prof. Mim Kemal Öke) görüşlerimiz arasında “derin” farklar yoktu… Konuşmalarımızın başlangıcını Fransa Cumhurbaşkanı Chirac’ın (tıpkı Aziz Nesin’in “Türk milletinin yüzde şu kadarı aptaldır” sözü gibi) herhalde artık hiç unutulmayacak “hepimiz Bizans’ın çocuklarıyız” sözü oluşturdu. Vardığımız sonuç, Chirac bunu hangi amaçla söylemiş olursa olsun, bu sözdeki doğruluk payıydı… Çünkü sözü edilen ülke, sözgelimi Japonya ya da Hindistan değil, Türkiye idi. Eğer bu topraklarda bin yıldır birlikte yaşanmakta ise, ortak coğrafyaya ve ortak tarihe ait bütün kültürlerin birbiri içinde eridiği, birbirini karşılıklı olarak etkilediği kuşkusuzdur. Ve bu anlamda, kültürü tek çizgiye indirgenemeyecek ülkelerin başında da belki, Osmanlı İmparatorluğunun yıkıntılarında kurulması başarılan Türkiye Cumhuriyeti geliyor…

*** *** ***

Ve asıl sorun da, sanıyorum tam bu noktada başlıyor… Osmanlı İmparatorluğu çok “etnisite”li, çok dinli bir devletti. İmparatorluğu oluşturan bütün “kavim”ler, şu ya da bu biçimde bağımsızlıklarını elde ettiler… Türkler bunların sonuncusudur… Bugünkü Türkiye coğrafyasında, bir savaş kazanılarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni bir etnisite ya da din ayrımcılığını taşıyacak gücü var mı? Başka bir deyişle, Cumhuriyeti oluşturan unsurların
farklılıklarının mı benzerliklerinin mi altı çizilmelidir? Osmanlı İmparatorluğu’nda kopuş kaçınılmazdı… Türkiye aynı yazgıya mı sürüklenmek isteniyor? Türk müyüz Türkiyeli mi


tartışmalarının, ülkenin bin parçaya bölünmesine giden yolun başlangıcı olduğunu görmeyenlere, bunu üstün demokratlık sayanlara şaşarım.

*** *** ***
“Kimiz” sorusunu, kim olmalıyız; çocuklarımız, torunlarımız, gelecek kuşaklar
nasıl bir ülkede, nasıl bir dünyada yaşayacak sorularından ayrı düşünmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti, (imparatorluğu oluşturan öteki “unsur”lardan farklı olarak ), etnisite ya da din temelinde değil; laik, aydınlanmacı dünya görüşünün birleştirici, eşitlikçi ilkelerini temele alarak kuruldu. Etnik kökenimiz ya da dinsel inancımız ne olursa olsun “Türklük”, “Türkiyelilik” kavramlarını bu ilkelerin ışığında görerek ve aynı şey olduklarını kavrayarak içimize sindirebildiğimiz ölçüde, bütün bir ülke olarak aydınlık bir geleceğe doğru yürümemiz daha kolaylaşacak… Tersine zorlamalar, korkarım ki, Batı aydınlanmacılığına bu coğrafyada büyük bir müttefikini, Türkiye’yi kaybettirebilecek…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/041204