OMURGASIZ…

Sözcüğü ilk kez Sabahattin Ali kullanmış. Ben Mehmet Ali Aybar’ın konuşmalarında ve yazılarında karşılaşmıştım. Benim karşılaştığım biçimiyle, “omurgasız aydın”dı…Ben “aydın” sözcüğünü kaldırarak “omurgasız”ı tek başına kullanacağım… Böyle daha da anlamlı olacağını düşünüyorum…
*** *** ***
Sabahattin Ali’nin (ve Aybar’ın) “omurgasız aydın”ı, anladığım ve anımsadığımca, ansiklopedik anlamda bilgi sahibi, fakat ülke gerçeklerinden ve eylemden uzak birisidir.
Omurgadan yoksun bir beden gibi, sahip olduğu bilgileri tutarlı bir sistemde birleştirip eyleme dönüştürecek bir kişilik ekseninden yoksundur. Bu bilgiler dağınık ve değişkendir. Bu anlamda da bilgiden çok “malûmat” düzeyindedir. Ama bütün bunlara karşın, kibir, kendini beğenmişlik, önemli kişi görünme çabası, bu tipin belli başlı özelliklerindendir…
*** *** ***
Şimdi “omurgasız aydın”ı, ya da benim önerimle “omurgasız”ı daha yakın bir incelemeye alalım.
“Omurgasız”ın, genellikle, az gelişmiş, daha kibarca deyimiyle “gelişmekte olan” ülkelere özgü bir tip olduğu söylenebilir…
Geleneksel değerlerin sarsıldığı, yeni değerlerinse henüz yerleşmediği bu gibi toplumsal ortamlar “omurgasız”ın ortaya çıkması, serpilip gelişmesi için en elverişli koşulları yaratır.
“Omurgasız” kendi aile çevresini küçümsemekle, hor görmeyle kişilik “kariyer”inin ilk adımlarını atar…
Onun “psiko-patolojik bir vaka” olduğu daha bu dönemlerde bellidir
Gençlik yıllarında kısa bir süre “devrimci” olduktan sonra , o dönemde herkeslerden daha hızlı karşı çıktığı “kurulu düzen”in emir komutasına girer ve en ateşli savunucusu olur…
Bunu, yurdun küçümsenmesi izleyecektir.
“Omurgasız” ciddi anlamda bir aile duygusundan ve sevgisinden yoksun olduğu gibi, insan ve yurt sevgisinden de yoksundur…
Çünkü onun kişiliğinde her şey “kavramsal”dır ve bu kavramlardan hiç birinin duygusal derinliği yoktur…
Kendi bireysel kişiliğine, “ego”suna, çıkarlarına hastalıklı bağlılığı dışında…

*** *** ***
“Omurgasız”, çok iyimser bir yaklaşımla, bir Byron tipidir…
Başta Onegin olmak üzere Puşkin’in kimi kahramanları(bu arada Lermontov’un Peçorin’i) “omurgasız”ın tipik örnekleridir…
Shakespeare’de, Balzac’ta,Çehov’da, genel olarak sanıyorum ki tüm dünya edebiyatında “omurgasız”ın değişik örnekleriyle karşılaşabiliriz…
Bunların arasında benim için en ilginç ve düşündürücü olanı, daha önce de birkaç yazımda değindiğim, İ.Ehrenburg’un “Paris Düşerken”indeki Lucien’dir…
Bu tip, bireyci, bencil, dönek, kaypak, özetle “omurgasız” kimliğiyle ürküntü, keder ve ibret vericidir..
Fakat günümüz Türkiye’sinde, özellikle de basın ve medya dünyasında boy gösteren kimi omurgasızlar, Ehrenburg’un kahramanını bile neredeyse sevimli kılmaktalar…
*** *** ***
“Omurgasız” bir az gelişmiş, ya da gelişmekte olan ülke tipidir dedim…
Ülke geliştikçe, kendi ayakları üstünde durmayı öğrendikçe, omurga sahibi insanları çoğaldıkça bu gibi tiplerin sahneden çekilip gideceklerinde kuşku yok…
Onlara belki acınabilirdi…
Ama buna gerek yok.
Çünkü omurgasızlığın sağladığı bir olanakla, eğilip bükülme esneklik ve yetenekleriyle, nasıl olsa her dönemde bir biçimde var olmayı sürdürebileceklerdir…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/060903