ATATÜRK DİKTATÖR MÜYDÜ?

Önceki gün, aramızda birkaç yabancı konuğun da bulunduğu özel bir sohbette bir arkadaş , Atatürk’ün diktatör olup olmadığı konusunda ne düşündüğümü sordu.
Atatürk’ün diktatörlüğüne ilişkin, içerde ve dışarda yaygın bir kanı olduğunu biliyorum.
Arkadaşıma, bu gibi konularda düşünürken kavramları ve olguları iyi değerlendirmek gerektiğini söyledim.
Daha sonra, özetle söylediklerim şunlardı:
Gerek Kurtuluş Savaşı öncesinde ve savaş sırasındaki Mustafa Kemal, gerekse kuruluş döneminin Atatürk’ü; düşündüklerini, yapmayı tasarladıklarını, yakınındakilerle paylaşan, görüşen; düşüncelerini geliştirmeye, gerekirse değiştirmeye açık bir önderdi...
Böyle bir öndere diktatör denemezdi...

*** *** ***
Sözünü ettiğim söyleşiden sonra da bu konuda düşünmeyi sürdürdüm...
Atatürk’e diktatör denebilir miydi gerçekten?
Diktatör, kavramın sözlüksel ya da teknik açıklanışı ne olursa olsun, sonuçta başkalarının görüşlerine değer vermeyen, “kendi bildiğini okuyan” kişidir.
Böyle birinin kendi görüşlerinin çok sağlıklı olabileceği de kuşkuludur.
Çünkü bu görüşler, büyük ölçüde ben merkezcidir, çoğu kez fanatikçedir.
Alman nazizminin, İtalyan faşizminin liderleri, bu anlamda çok bilinen örnekler olarak, kuşkusuz ki diktatördüler.
Kendileriyle birlikte uluslarını ve insanlığı da yıkıma sürüklediler.
Diktatörün ve diktatörlüğün yazgısı, denebilir ki her zaman,er ya da geç, ama kaçınılmaz olarak böyledir...
Diktatör olmayan önder ise, başarıya ulaşamasa da, anısı bir insanlık ideali olarak başka kuşaklarca sürdürülecektir...
Çünkü hedefleri, idealleri insancadır, insanlığın yararınadır...

*** *** ***

Kavramın felsefi ya da etik yanını şimdilik bir yana bırakıp, Atatürk olgusuna daha yakından, toplumsal pratik açısından bakalım...
Mustafa Kemal Paşa, düşünce ve ideallerini, yakın arkadaş çevresinden başlayarak, her zaman ve mümkün olduğunca geniş bir toplumsal örgütlenme içinde gerçekleştirmeye çalıştı...
Samsun’a ayak basışından Ankara’daki Meclis’in toplanışına kadar geçen sancılı süreç, bunun yadsınamaz, parlak örneğidir...
Kurtuluş Savaşı ve Lozan Barış Andlaşması süreçleri, Cumhuriyet’in ilanı ve sonrasındaki süreçler, bir diktatörü değil; yaptıklarını ve yapacaklarını yine yakın bir çalışma arkadaşı çevresinden başlayarak, Meclis’le ve giderek bütün bir ulusla paylaşma, kendi bireysel kişiliğini onlarla birleştirip kaynaştırma çabasındaki bir önderi gösteriyor...
“Kadro” hareketi, Serbest Fırka deneyimi Atatürk’ün çok yönlü arayışlarının başkaca kanıtlarıdır...
Atatürk kuşkusuz ki ender rastlanan büyük bir önderdi ve dönemi bakımından bir “tek adam”dı...
Ama ona “diktatör” demek, kavramın hem ahlâki vurgusu, hem yukarda özetlenmeye çalışılan toplumsal pratik bakımından, büyük haksızlık olur...
*** *** ***
Günümüzde yaşanmakta olan toplumsal pratiğe dönelim...
Bugün en çıplak ve yalın bir gözle görülebilecek olan; demokrasi kavramının içerdiği düşünce ve inanç özgürlüğü,çoğulculuk,hümanizm, laiklik gibi temel değerlerle ilişkisi bulunmayan, daha da açık bir deyişle bu değerlere düşman bir çevrenin, sözüm ona demokrasi adına timsah gözyaşları dökerek modern Türkiye’yi oluşturan bütün temel değerlere saldırmaları, bir takım omurgasız aydıncıkların da bu çevrelere utanılası bir sorumsuzluk ve bilinçsizlikle yardakçılık etmeleridir...
Bugün Atatürk çapında bir önderimiz, “tek adam”ımız yok.
Buna karşılık günümüz Türkiye’sinin koşulları çok daha farklı ve ülke toplumsal ilerlemişlik bakımından çok daha üst bir düzeyde.
Çok büyük sayıda orta tabaka aydınlarıyla, üniversiteleriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla, çağdaşlığa açık genç nüfusuyla, sivil ya da kamusal alandaki modern kurumlarıyla, çağdaş, modern bir Türkiye’dir bugün söz konusu olan...
Atatürk diktatör değildi...
Günümüz dünyasında diktatörlük kurumunun tarih sahnesinden tümüyle silinmiş olması dilenir...
Ama ilerici insanlık değerlerinin korunup savunulması ve daha da geliştirilmesi de,
bir tek ve sadece, kaba bir parmak hesabına dayandırılamaz...
Demokrasi kavramı, böylesine ilkel, basit ve bugün Türkiye’de tanık olduğumuz gibi, demagojik, ikiyüzlü, o çevrelerin kendi deyimiyle söylenecek olursa “takiyyeci” bir yorumla sığlaştırılıp yozlaştırılamaz...
___________________________________________________________________________

Bir not ve çağrı:Bu gün (Cumartesi) saat 15.00’te tüm Adalılar ve Ada dostları, Büyük Ada Belediye Gazinosu’nda(İskele çıkışında) “Cumhuriyet ve Laiklik Platformu”nda buluşalım....


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/011103