SİVİL DARBEDEN SİVİL İTAATSİZLİĞE…
4 Kasım 2003 tarihinde bu köşede yayınlanan “Sivil Darbe” başlıklı yazımın
giriş paragrafı aynen şöyledir:
“Bizde ‘darbe’ sözcüğü ‘asker’i çağrıştırır…Geçen günlerde bir gazeteci arkadaş
bir TV programında ‘sivil darbe’ deyimini kullandı… Ona göre, DEHAP’ın
yargılanma sürecinde olup bitenler AKP’ye karşı bir sivil darbeye benziyordu…
Aynı günlerde ‘sivil darbe’sözcükleri benim de zihnimden geçmişti… Fakat
bambaşka bir ‘bağlam’da… Bence AKP’nin kendisi bir sivil darbe girişimi
içindedir… AKP’nin yaptıkları, yapmaya çalıştıkları ancak ve sadece ‘sivil
darbe’ sözcükleriyle nitelenebilir. Tabii, henüz girişim sürecindeki bir darbe…”
Söz konusu yazının yayınlanışından bu günlere yaklaşık dört yıl geçmiş.
Demokrasi kavramıyla bağdaşması olanaksız bir seçim sistemi sonucunda
parlamentoda mutlak çoğunluğu elde eden bu günkü siyasal iktidar amaçlarının
tümüne ulaşamadı henüz.
Fakat buna hiçbir zaman bu kadar yaklaşmamıştı.
Darbenin ikinci büyük aşaması cumhurbaşkanlığı seçimleri sonucunda
gerçekleşecek.
Ülkemizin kendine özgü koşullarında birbirinden ayrılması olanaksız iki temel
değere, cumhuriyete(bu demektir ki bir kurtuluş savaşıyla kazanılmış aydınlanma
değerlerine) ve demokrasiye(insan haklarına, çoğulculuğa) taban tabana karşıt,
totaliter(dinci, tutucu) dünya görüşüne sahip birinin, bu değerlerin simgesi
olan cumhurbaşkanlığı makamını ele geçirmesi an meselesidir.
Sonrası, sivil darbenin asıl hedeflerine ulaşma aşamasıdır.
Bu hedefler ise, yargının siyasal iktidara bağımlı kılınması, üniversite
özerkliğinin sona erdirilmesi, her kesimdeki yurtseverce kıpırdanışların
sindirilip ezilmesi, eğitimin dinselleştirilmesi, emekten yana her türlü çıkışın
demokrasi karşıtı baskılarla ezilip yok edilmesi, ülkenin tümüyle
Ortadoğululaştırılarak tüm kaynaklarıyla emperyalizmin çıkarlarına bağımlı
kılınmasıdır.
Bütün bunları ve daha da beterlerini bir kâbus senaryosu, demokrasi karşıtlığı
olarak görüp Tayip Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkmasının demokrasinin gereği olduğunu
ileri sürenlerle; sahteliği apaçık askeri darbe senaryoları üreterek toplumu
ürkütmeye, yürürlükteki sivil darbeyi olumlamaya çalışanlarla tartışacak lükse
ve zamana artık sahip değiliz…
Sözcüklerden çok eylemlerle konuşmanın vakti çoktan gelip çattı ve geçiyor bile…
*** *** ***
Cumhurbaşkanlığının(özellikle içinde bulunduğumuz somut koşullarda) hem
simgesel hem yetkisel öneminin farkında olmayanlar, Tayyip Erdoğan ya da bir
benzerinin cumhurbaşkanı olmasının çok fazla önem taşımayacağını, bunun hatta
AKP’yi zayıflatacağını düşünenler de bir başka büyük yanılgı içindedirler.
Çankaya’daki bir Tayyip Erdoğan ya da bir benzeri, AKP’yi güçsüz düşürmez,
güçlendirir…
Böyle bir oluşum, ülkemizin son yarım yüzyılda demokrasi alanında her şeye
karşın elde ettiği kazanımların yitirilmesi, 1950’lerin Demokrat Parti iktidarı
dönemine, daha da beterine doğru bir gerileyiş olacaktır…
Tayyip Erdoğan ya da bir benzeri kesinlikle cumhurbaşkanı olmamalı,
olamamalıdır.
Bu, demokrasi karşıtı bir düşünce ya da istek değil, tam tersine, demokrasiyi ve
cumhuriyeti korumanın koşuludur, gereğidir.
Ve bu gün gelinmiş olan noktada yapılması gereken, demokrasiyi, cumhuriyeti,
hukuku korumak için girişilecek kitlesel eylemlerdir.
Bu yurttaşlık görevi, sadece siyasal partilerin değil, tüm yurttaşlarındır.
8 ve 14 Nisan tarihlerindeki kitlesel gösterilere katılmak yetmez.
İşçi, memur, esnaf örgütleri üretimden gelen güçlerini kullanmalı, cumhuriyetten
ve demokrasinden yana bütün sivil toplum örgütleri, sivil darbecilerin ve
destekçilerinin baskıcı yöntemlerine, tehditkâr ve demagojik söylemlerine karşı
demokrasiyi savunmak ve genişletmek için olanaklarını seferber etmelidir.
Yazarlar, sanatçılar, AKM ve Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu önündeki eylemlerde
görüldüğü gibi karşı duruş örnekleri sergilemelidir.
“Sivil darbe”ciler ısrarlarında direnirse, biçimsel hukuka ve göstermelik
demokrasiye karşı hukukun ve demokrasinin özünü savunmak olarak anladığım “sivil
itaatsizlik” de, bütün toplumsal kesimlerin, hem insan hem yurttaş olarak hakkı
ve görevi olacaktır…
Gerisi kendini aldatmak, havanda su dövmek ve teslimiyetçiliktir…
Ataol Behramoğlu/”Cumartesi Yazıları”/070407