TESLİM OLACAK MIYIZ?

Bu köşede yayınlanan “AKP ve Lideri Hakkında” başlıklı bir yazımda bugün Türkiye Cumhuriyeti başbakanı olan kişi hakkında düşündüklerimi yazmıştım. Yazı elimin altında olsa bir alıntı yapabilirdim. Fakat pek gereği de yok. Başbakan’ın kişisel ve “ideolojik” kimliği hakkında yazılanlar şimdiden ciltlerle kitabı dolduracak bir kapsama ulaştı. İstanbul Belediye Başkanlığına aday olduğu dönemdeki TV konuşmalarını anımsıyorum. Katı, kibirli, “otodidakt”. Bu açıkoturumlarda medya tarafından her nedense kayırıldığı da çok açıktı. Yargılanıp belediye başkanlığını bırakmak zorunda kaldığı dönemde, Belediyenin önünden rastlantıyla geçtiğim bir sırada, orada düzenlenen mitingte tanık olduğum konuşmasını anımsıyorum :Yukarıda sıralanan özelliklere saldırganlık da eklenmişti. Halkı açıkça kışkırtıyordu. Başbakanlık dönemindeki zikzaklarını hep birlikte izliyoruz. Fakat eninde sonunda asıl kimliğini gizlemeyi başaramıyor. Bu gün Türkiye Cumhuriyeti’nin başında İslamcılık davasına baş ve gönül koymuş biri bulunuyor. Asıl hayali Türkiye’nin İslami kurallara(şeriat hükümlerine göre) yaşanacak ve yönetilecek bir ülke olmasıdır. Yeri gelmişken, daha önce sözünü edip etmediğimi anımsamadığım bir anımı paylaşmak isterim. Türkiye Yazarlar Sendikası başkanlığına seçildiğim sırada, o dönemde Kabataş’taki lokalimizden de çıkarılmamız gündeme gelmişti. Ödenmemiş kiralar birikmişti ve bu toplu ödemeyi yapabilecek bir gelirimiz de yoktu. Lokal CHP döneminde belediyeden kiralanmıştı ve şimdi belediye el değiştirmişti… Gidip yeni başkanla görüşme konusu gündeme geldi… Akılla verilmiş bir karardan çok, içimden gelen bir duyguyla bunu istemedim… İstanbul belediye başkanlığına adaylığı sırasındaki TV konuşmalarını izlerken, söylediklerinden olduğu kadar onları söyleyiş biçiminde yansıyan kimliğinden de tedirginlik duyduğum biriyle karşılaşmak, ondan(kamu yararına da olsa) bir talepte bulunmak içimden gelmemişti… Bunun, bütün yaşamım boyunca vermiş olduğum en doğru kararlardan biri olduğunu düşünüyorum…

*** *** ***
Son süreçlerde yaşanan olayların hangi birinden söz etmeli… AİHM kararı hakkında söylenenler ve sonradan girişilen sözüm ona düzeltme çabaları, yalanın en kaba biçimiyle devlet yönetimine egemen olduğunu gösteriyor. Başbakanın “ulema” demeciyle anayasa suçu işlemiş olduğunda kuşku yoktur. Ben bu “zevat”ın yurt içi ve yurt dışı yolculuklarına türbanlı eşleriyle çıkarak da aynı suçu işlediklerini düşünüyorum. Özel yaşamlarındaki giyim kuşamlara kimsenin bir diyeceği olamaz. Fakat Türkiye Cumhuriyetini temsil eden kişilerin bu nitelikleriyle bulundukları resmî ilişkilerde ve bu türden yolculuklarında, ”dinsel” görüntü vermeye hakları yoktur. Kendilerinden bunun yasal hesabının sorulması gerektiğinden kuşku duymuyorum. Tabii, Türkiye’den hâlâ laik bir cumhuriyet olarak söz edebiliyorsak…

*** *** ***
Van’da yaşanmakta olan trajedi bir linç olayıdır. Yurtsever, çağdaş insanlar, sırf böyle oldukları için, hepimizin gözleri önünde linç ediliyor. Sanki Türkiye’de hukukun 12 Eylülleştirilmesi süreci yaşanmakta… O sırada suçlandığım, suçlandığımız davaların “iddianame”lerini, bu iddianamelerdeki ölçüsüz suçlamaları, gözaltında ve tutuklulukta geçen hukuk ve mantık dışı süreleri anımsıyorum… Van’daki kuşkulu “intihar”ı 12 Eylül günlerine dönüşün bir habercisi gibi algılıyor, AKP yönetiminden demokrasi beklerken herhalde artık uyanmaya başladıklarını ümit ettiğim kişi ve çevrelere “günaydın” demek istiyorum… Çapa hastanesi otoparkında işlenen hunharca cinayet de, aslında, Van’daki trajedinin bir başka benzeridir… Bu günkü siyasal iktidarın kimliğinde özdeşleşmiş kabalık, bilim ve bilim insanı düşmanlığı toplumun her kesimine, her türlü toplumsal ilişki alanına hızla yayılıyor…

*** *** ***
Bu yazı aslında, bu gün(cumartesi) başlayacak CHP kurultayıyla ilgili olacaktı… Sözlerimi bu konudaki düşüncelerimi özetleyerek tamamlayayım… AKP’nin iktidardan alaşağı edilmesinin bu gün tek yolu, bütün aydınlanma güçlerinin Cumhuriyet Halk Partisi’nde güç birliği yapmasıdır. Bu güç birliğini günümüzün en acil görevi olarak görüyor ve olanca açıklığıyla dile getirilmesini ertelenmez bir görev sayıyorum…
Genel başkanlarıyla, başkaca yöneticileri ve milletvekilleriyle bu partinin özellikle son aylardaki ciddi muhalefetini görmeyenlerin, görmek istemeyenlerin; CHP’yi ve günümüzdeki başkanını eleştirmeyi “meslek” edinmişlerin bu tutumlarını, yaşamakta olduğumuz bu süreçte, yurtseverlik bilinciyle de, aydın olma sorumluluğuyla da bağdaşır bulmuyorum…
Bu gün başlayan kurultay sonrasındaki süreçte bütün aydınlanma güçlerinin hedefi, kişisel çekişmeleri, bir sonuca ulaşmayan ve ulaşamayacak tartışmaları hiç değilse şu dönemde bir yana bırakarak Cumhuriyet Halk Partisini büyük bir çoğunlukla parlamentoya taşımak olmalıdır…
Cumhuriyet Halk Partisinin bu kurultayda belirlenecek yönetimi de kurultay sonrasındaki çalışmalarını son aylardaki etkin muhalefet doğrultusunda yoğunlaştırarak sürdürmeli; kırgınlık ve güvensizlik duygularının, her türden önyargıların aşılması için
en üst düzeyde, içtenlikle, sonuç alıcı çaba harcamalıdır…
Şeriatçı kuşatmaya teslim olmayacaksak eğer…


Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/191105