“TÜRKİYE TÜRKLÜĞÜ”NÜ PARÇALAMAK(2)…
Netameli bir konuda düşünce üretmeye çalışmak yerine susup oturmak mümkün.
Böylece ne Kürt milliyetçilerinin, ne Türk milliyetçilerinin hedefi olur, ne
“omurgasız”ların öfke ve nefretini çekersiniz. Bundan başka, ABD emperyalizminin
Orta Doğu’daki egemenlik hesaplarını kurcalamaz, başınızı derde sokmamış
olursunuz. Fakat ben böyle yapmayacak, geçen haftaki yazımın konusu üstüne
düşünce üretmeyi sürdüreceğim. Çünkü söylediklerimin ve söyleyeceklerimin, bu
ülkede sağduyunun, hangi etnik kökene ait olunursa olunsun sessiz ve büyük
çoğunluğun sesi olduğuna inanıyorum. İnanmaktan da öte, bunun böyle olduğunu
biliyorum. Halk insanlarının bulunduğu yerlerde konuşmalara kulak kabartın,
onları suskunluklarını bozup konuşmaya yönlendirin, duyacağınız sözler farklı
olmayacaktır. Bu ülkede büyük çoğunluk, etnik kökeni ne olursa olsun, kendini
Türkiye Türkü olarak hissediyor. Bu kavram, geçen hafta da yazdığım gibi, dar
bir etnikçiliği değil, kültürel, sosyal bir aidiyeti ifade ediyor. Türkiye
Türklüğü Türkiye’deki ulusal sentezin adıdır.
Tıpkı Fransa’da, Kuzey Amerika’daki sentezler gibi. Ve bence o ülkedekilerden
daha güçlü, daha köklü olarak…
*** *** ***
Fransa’da Fransızca duyduğum bir cümle hep aklımdadır. Türkçesi şöyle:
“Ermeni asıllı Fransız’ım”. Bunu söyleyen Ermeni asıllı Fransız, “Ermeni”
sözüyle etnik aidiyetini dile getirmiş oluyordu. “Fransızlık” ise onun sosyal,
kültürel, kısaca ulusal aidiyetinin adıdır. Bu cümledeki Fransızlık kavramı,
yurttaşlık kavramına indirgenemez. Hem yurttaşlık kavramını, hem etnik aidiyet
kavramını içeren daha geniş ve derin bir bağın, ulusal sentezin adıdır.
Charles Aznavour’un anıları Türkçeye de çevrildi. Ben okumadım, fakat onun bir
cümlesini Oral Çalışlar arkadaşımızın gazetemizdeki bir yazısından aynen
aktarıyorum: “Ben Fransa’da doğduğuma göre Ermeni asıllı Fransız’ım.
Annem Ermeni asıllı Türk’tür”
Hürriyet gazetesi Pazar ekinde bir süre önce kimlik konusunda bir soruşturma
yapılmıştı. Ünlü ya da medyatik kişilerimize kendilerini ”kim” olarak
hissettikleri soruluyordu. Bu yazar, çizer, artistlerimizden kimileri “Türk” (ya
da herhangi bir ulusal, siyasal, kültürel aidiyet) sözünden özenle kaçınarak
“kedi severlik”, pul koleksiyonculuğu”, “mavi yolculuk tutkunluğu” vb. kimlik
özelliklerini öne çıkarmaktalarken, “Türk asıllı”olmayan büyük sanatçımız,
fotoğraf sanatımızın en büyük adı Ara Güler, “Türküm” demekteydi…
İspanyol asıllı Fransız ressam Picasso’nun ve onun Rus asıllı ilk eşinin torunu
olan zat, Picasso sergisi nedeniyle İstanbul’a geldiğinde, bir gazetenin kimlik
konusundaki sorusunu aklımda kaldığınca şöyle yanıtlamıştı: Dedem ve ninem
İspanyol ve Rus asıllı. Ben Fransız, hatta Parisliyim…
Fransa’nın Kanal 5’inde izlediğim bir açık oturumda, Paris Belediye başkanı
“melezleşmiş kimlik”(identité métisée) diye, bence çok ilginç bir kavram
kullandı. Bu kavramda ve onun böylece dile getirilebilmiş olmasında, Fransa’nın,
Fransız kültürünün büyüklüğünün gizli olduğunu düşünüyorum…
Benim “Türkiye Türk’lüğü” derken düşündüğüm de böyle bir şeydir…
*** *** ***
Ve bu nedenle “Türk” ve “Kürt” sözcüklerini iki dar etnisitenin adı ve iki
karşıt kavram gibi kullanan herkes (iki tarafın milliyetçileri, şovenleri,
serüvencileri, hayalcileri, Pantürkçüler, Pankürtçüler ve her türden
“omurgasız”) bana öfke duyacaktır.
“Türkiye Türklüğü” kavramı yerine “İslamcılığı” koymak isteyen ve bu alanda
epeyce de yol alan Panislamcılar rahatsız olacaklardır.
Ortadoğuyu ve bu arada Türkiyeyi bölüp parçalamada “Kürt” kartını oynamakta olan
ABD emperyalizmi, birleştirici, bütünleştirici, çağdaş(ve zaten
sosyal-kültürel-tarihsel süreçlerin doğal sonucu) “Türkiye Türklüğü” kavramının
altının çizilmesinden hoşlanmayacaktır…
Tartışmaya ve (elbette belli düzeydeki eleştiriye açık olarak), bu konuda yüksek
sesle düşünmeyi sürdüreceğim…
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/150406