ÇOCUKTA ÇOCUKLUĞU ÖLDÜRMEK

Özellikle “Pazar Söyleşileri”nde sıklıkla işlediğim bir konu “yaşama sevinci”yle ilgili olandır.
Yaşama sevinciyle ve karşıtı olan ölüm seviciliğiyle…
İkinci deyim kimilerimizi yadırgatabilir.
Ama o da yaşama sevinci kadar gerçektir ve yandaşları da(hele günümüz Türkiye’sinde) azımsanamayacak sayıdadır.
Şöyle de söyleyebiliriz:
Bir toplumda insan sevgisi, dayanışma duygusu, öğrenme arzusu, özgürlük tutkusu yükseldiği ölçüde yaşama sevinci de artacak, hayata bağlılık duygusu güçlenecektir…
Bunların yerini insanın yaratıcı gücüne güvensizlik, kulluk duygusu, öğrenme isteksizliği ,düşünme korkusu aldığı ölçüde de yaşam anlamını ve değerini yitirecek, asıl yaşamın bir başka dünyada olduğu düşüncesi ve duygusu yaşama sevincinin yerini almaya başlayacaktır…

*** *** ***

Dünyaya gözünü açan bebeğin eğilimi, hayata tutunmak, yaşamaktır…
Aynı anda bilgi edinme süreci de başlar…
Onda doğallıkla var olan yaşama tutkusunu, yaşam sevincini koruyup güçlendirmek de, bunları kurutup karartarak hayata küstürmek de yetişkinler dünyasının elindedir.
Burada karşımıza olanca önemi ve büyüklüğü ile çocuk eğitimi sorunu çıkmaktadır.
Çocuklarımızı nasıl eğitmeliyiz ki onlarda doğallıkla var olan yaşama sevinci, öğrenme tutkusu, yaratma arzusu güçlensin.
Bunların yerini hayata küskünlük, zihinsel tembellik, öğrenme isteksizliği, kadercilik duygusu almasın.
Bu gibi sorular ve yanıtları bugün ülkemizin karşı karşıya bulunduğu sorunların bence en önemlisinin içeriğini oluşturmaktadır.
Çünkü verilecek yanıtlara göre uygulanacak(ya da zaten uygulanmakta olan) yöntemler, ülkenin yazgısını, geleceğini belirleyecektir(ya da zaten belirlemektedir)…

*** *** ***

Günümüz Türkiye’sinde ilk, orta ve lise eğitiminin, eğitim öncesinden başlayarak, dinci kadrolaşmanın buyruğuna girdiği, tarikatların etkisine giderek daha çok açıldığı, rakamlarla ve her an karşılaşılan sonuçlarıyla bilinen bir olgudur.
Bu eğitim kurumları içinde en önemlisi, hiç kuşkusuz, bebeklikten henüz çıkmış, her şeyi almaya hazır çocuk dimağlarının eğitildiği ilk eğitim öncesi ve ilk eğitim kurumlarıdır.
Yurtlar, “yasal” ya da kaçak kuran kursları, bu “eğitim kurumları” arasındadır.
Çocuklarımız, ülkenin çocukları kimlerin elinde ve neler öğrenmekteler?
Onlara yerleştirilen ve sonuçta da artık değiştirilemeyecek, değiştirilmeleri çok güç kişilik özelliklerini oluşturacak bilgiler ve duygular nelerdir?
Bugünkü siyasal erkin bu alanda da kendi inancı ve hedefleri doğrultusunda elinden geleni ardına koymadığı örnekleriyle gözler önünde bir gerçektir.
Peki bizler, çocuktaki çocukluğu öldüren, onda doğallıkla var olan yaşama sevincini, yaratma arzusunu kurutup karartarak yerine ölüm seviciliğini, kaderciliği, kulluk duygusunu yerleştiren, gerici, tutucu, karanlıkçı anlayışa ve uygulamalarına karşı ne yapıyoruz, ne yapmalıyız?

*** *** ***

Yapılması gereken, öncelikle, siyasetin güncel gündemlerinin kısır döngüsünden kurtularak “çocuk eğitimi” konusunda ciddiyetle düşünceler üretmek, (“kayıt dışı” olanını da özellikle kapsayacak biçimde ) günümüzde bu alandaki uygulamaları irdeleyip var olduğu kuşkusuz sakatlıkları, çarpıklıları gözler önüne sermektir.
Bunu yaparken karşı seçenekleri göstermek ve olanaklar ölçüsünde de (yayınlar, kurslar, eğitim kurumları vb.) bu seçenekleri uygulamaya koymaktır.
Bu alanda medyanın, bütün aydınların, sivil toplumun, özellikle de meclisteki muhalefetin önünde büyük görevler var.
Bu muhalefete, ulusal eğitim( ve onun en yaşamsal bölümünü oluşturan okul öncesi ve ilk okul eğitimi) alanında neler yaptığını, nasıl bir programı olduğunu, meclis içinde ve dışında ne gibi çalışma ve uygulamaları bulunduğunu sormalıyız.
Gerici siyasal iktidarın bu alandaki uygulamalarının gözler önüne serilmesi siyaset gündeminin değişmez maddesi olmak zorundadır.
Okul öncesi ve ilk okul çağı çocuklarımızın zihinlerinde yaratılan yıkım önlenip cerahat akıtılmadıkça, çocukta çocukluğun öldürülmesine engel olunamadıkça, ülkenin geleceği konusunda yapılan tartışmalar boşunadır…


Ataol Behramoğlu/”Cumartesi Yazıları”/061208