DARBE

“Darbe” sözü Arapça (bizim “b” harfini yumuşatarak “darp” dediğimiz) “darb”dan geliyor…
“Darp”, “darp etmek”, ceza hukukunda tanımlanan, vurma, dövme suçlarını oluşturuyor…
Sözlükteki gezintiyi sürdürsek, aynı sözcüğün “kuvvet”, “güç”, daha da öte “kurma, “dikme” kavramlarıyla da karşılandığını görüyoruz…
Örneğin, Arapça “darb hiyam”, çadır kurma,çadır dikme demekmiş…
Birbiriyle tam ters anlamlar içeren“vurmak” ve “kurmak” kavramları bir araya nasıl gelebiliyor, üzerinde düşünmeye değer…

*** *** ***
Darbe sözcüğü siyasal literatürümüze ne zaman girdi, bilmiyorum.
Fakat şu son birkaç yılda işitmekten gına geldi.
Bir yanda ağızlarından darbe tehdidi lafı düşmeyen anlı şanlı demokratlarımız, öte yanda onların görüşünce demokrasi düşmanı darbeciler…
Bu demokratlarımıza kalırsa, (yüzde on seçim barajı sayesinde parlamentoda mutlak çoğunluk elde eden ve her geçen gün iktidarlarını daha da pekiştiren) günümüz iktidar sahiplerinden daha demokratı bu ülkeye gelmedi.
Bunun en yeni ve yakın kanıtı ise, halk çoğunluğunun da onayından geçen anayasa taslağı.
İdare mahkemeleri, idarenin(yürütmenin) yargı konusu olan eylemlerini bundan böyle sadece “usul” yönünden inceleyip hüküm verebilecek.
“Kamu yararı” kavramı böylece , ülke zenginliklerini satıp savmada, yağmalamada, yürütmenin ayağına“pranga” olmaktan çıkarılmış olacak.
Anayasa Mahkemesi ile Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, yürütmeye ve onun da tepesindeki “başkan”a günümüzdekinden çok daha fazla bağlanacak.
Demek ki Avrupa Birliği standartlarına, ileri ve çağdaş demokrasinin gereklerine uyum sağlamak böyle oluyormuş…
Polis örgütünün “cemaat” emir komutasında olduğu zaten artık sır değil.
Ordunun bu doğrultuda yeniden yapılandırılması yönünde de yeni adımlar mutlaka atılacaktır.
Ergenekon adı verilen hukuk trajedisinin sonsuza kadar devam etmesinde,demokrasiye, insan haklarına, kişisel ve toplumsal vicdana aykırı bir yan yok.
Bütün bunlar, bir kaç gün önce bir TV programında, eski solcu, bugün “dönek”, ne yazık ki bir eski “arkadaş”ın sözleriyle, “olması gereken” şeyler…
Demokrat olmanın, darbe ve darbeci karşıtlığının, olmazsa olmaz gereklilikleri…
Günümüzde (askeri darbe tehdidi korkutmacası arkasına gizlenerek) gerçekleşmekte olan asıl darbeyi ve faşizmi işaret edenlerse, bu gibilerine göre, Cumhuriyet mitinglerinin katılımcısı yüz binlerden başlayarak son halk oylamasında(“evet”çilerden çok da az sayıda olmayan) milyonlarca “hayır”cıya kadar, darbeci, demokrasi karşıtı, en hafif deyimiyle de tutucu ve statükocu kimselerdir…
Elde yeterli sayıda yandaş savcı, yargıç, cezaevi vb. bulunsa, demek ki bütün bu “darbeci” milyonların da tutuklanıp cezaevlerine tıkılmaları olmayacak şey değil.
Böyle bir yalan ve demagoji saldırısına, hukukun ayaklar altında paçavraya çevrilmesine, kavramların ve olguların böylesine ters yüz edilmesine, sadece bizim siyasal tarihimizde değil, bütün dünya siyaset tarihinde sanırım çok az rastlanmış olmalıdır…

*** *** ***
“Darbe” kavramı( ve olgusu) üzerinde, bizim siyasal tarihimizden örneklerle, düşünmeyi sürdürelim.
Askeri ya da sivil, her darbe ille de kötü müdür?
1909’daki gerici ayaklanmayı bastıran ve II. Abdülhamit’in iktidarına son veren Hareket Ordusu’nun eylemi, bir darbeydi.
Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kurulmasında da, saltanata karşı bir dizi darbe ve sonuçtaki devrimler, ayrılmazca birliktedir.
1960 askeri darbesi Türkiye’ye çağdaş bir anayasa kazandırmıştı.
28 Şubat 1997’tarihindeki Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar Refah Partisi hükümetine karşı bir darbe niteliğindeydi.
Bu kararlar, özetle, yükselmekte olan “irtica”ya karşı alınması gereken önlemlerden; sekiz yıllık eğitime geçilmesi, eğitimde “öğretim birliği” ilkesinin sağlanması, kuran kurslarının ve tarikat okullarının denetlenmesi, laik Cumhuriyetin korunması gerekliliklerinden oluşmaktaydı…
Bu günkü “askeri darbe” karşıtları, 28 Şubat kararlarına ve 1960 darbesine karşı olduklarını artık açıkça dile getirmekteler.
İttihatçı düşmanlıkları da(tarihsel gerçekliklerin tümüyle dışında, toptancı yadsımalarla) , yeterince ortada.
Geriye, saltanatı savunmaları, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet devrimlerini daha açık bir dille yadsımaları kalıyor…
Bu sürecin sonu ise, Türkiye tarihindeki bütün ilerici, devrimci olguları “darbe” (ya da başbakanın bir konuşmasındaki sözüyle “jakobenlik”) olarak niteleyip reddeden, iktidar yardakçılığında iktidarın kendisini bile geride bırakan, eski devrimci, demokrat vb. kişi ve çevrelerin, eninde sonunda, (bu gün karşıymış gibi göründükleri)faşist 12 Eylül 1980 darbesiyle uzlaşmaları, demokrasi ve devrim düşmanlığında AKP iktidarı ile kol kola, gidebilecekleri yere kadar gitmeleridir…

Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/250910