FAŞİZMLE SOSYALİZM ARASINDA
Peter Weiss’ın muazzam yapıtı “Direnmenin Estetiği”nin en çarpıcı
bölümlerinden bazıları Nazi Almanya’sında komünistlere yapılan zulümler
üzerinedir.
Daha doğrusu bu bölümler, bu “belgesel destan roman”ın içerdiği konu
ırmaklarının birleştiği nehir gibidir.
Nazi zulmü denildiğinde akla Yahudi soyuna yapılanların gelmesi doğaldır.
Doğrusunu söylemek gerekirse Nazi cellatlığının Almanya komünist ve işçi sınıfı
hareketi üzerindeki ölçü tanımaz zalimliğinden, Weiss’ın eşsiz önemdeki yapıtını
okuyuncaya kadar habersizdim.
Bir ayrıntı belki, fakat o kapkaranlık zamanların Almanya’sında idamların
giyotinle kafa kesilerek yapıldığını da bilmiyordum.
Kısa süre önce geride bıraktığımız 20. yüzyılın ortalarına doğru, şu anda
yaşamakta olan bir çok insanın doğum tarihleri olan 1930’lu ve 40’lı yıllarda,
yani çok uzun bir zaman önce değil yakın sayılabilecek bir geçmişte, dünyanın
nasıl bir vahşetten, mezbahadan, canilikten geçtiğini kavramakta insan güçlük
çekiyor.
Bu vahşetin, zulmün, canavarlığın tek nedeni Nazi sürülerinin sapkınlığı, ruh
alçaklığı mıydı?
Tarihi doğru okuduğumuzda sadece 2. Dünya Savaşının değil birincisinin de
gerisindeki asıl nedenin, kapitalizmin doymaz iştihası, tekelci sermayenin kâr
hırsı ve pazar paylaşım kapışması olduğunu görmek güç değildir.
*** *** ***
Kapitalist-emperyalist sistemin paylaşım savaşları ikinci büyük savaş sonrasında
da devam etti.
Balkanlardaki soy kırımını,zaten hiç rahat bırakılmayan Ortadoğu coğrafyasındaki
katliamlar izledi.
Sosyalist sistemin yıkılmasından sonra ortaya çıkan küreselleşme deyiminin
ardından da dünya ölçeğinde bir ekonomik krizin sözü edilmeye başlandı.
Bu neyin, kimin ekonomik krizidir?
İnsanlığın mı, yoksa artık dünyaya tek başına egemen olan kapitalist-emperyalist
sistemin mi?
Kapitalizmin krizi neden bütün insanlığın krizi olsun?
Benim burada naifçe sorduğum bu sorular, sanıyorum ki çok daha üst idelojik
düzeylerde sorulmaktadır ve sorulmalıdır da.
Kapitalist-emperyalist sistem insanlığı yok oluşa doğru sürüklemekteyse,
insanlık bu sürüklenişe boyun eğmek zorunda mıdır?
*** *** ***
Tekel işçilerinin direnişi sırasında ortaya çıkan gerçeklerden biri emekçi
örgütlenmesinin önemi ise, öteki gerçek kapitalizmin acımasız yüzü olmuştur.
Kapitalist egemenlik bir tek bizim ülkemizde değil gezegenimizin bütününde
sosyal devlet olgusuna son vermek, bu alanda elde edilmiş kazanımları da geri
almak amacında ve çabasındadır.
Bir çok ülkede amacına ulaşabilse bile, başta Fransa, İngiltere, Almanya,
İskandinav ülkeleri olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin örgütlü ve deney
birikimine sahip oldukları ülkelerde bunu gerçekleştirmeyi başarabilecek mi?
Bu ülkelerde, İkinci Dünya savaşı öncesindeki toplumsal gerilimlere benzer
çatışkılar ortaya çıktığında, sonu nereye varacak?
Hemen yanı başımızdaki Yunanistan’da yaşanmakta olan toplumsal gerilim nasıl
sonuçlanacak?
Yunanistanda sosyal demokrat patentli hükümet eliyle dayatılan uluslar arası
tekelci sermaye yaptırımlarına Yunan emekçisinin tepkisi ne olacak?
Yunan solunun yeni ve radikal bir yükselişi söz konusu olduğunda, buna tekelci
sermaye nasıl bir tepkiyle yanıt verecek?
Önümüzdeki yakın geleceklerin asıl gündemini-başka ve yapay gündemlerle ne kadar
saptırılmaya çalışılsa da- bu soruların ve olası yanıtlarının oluşturacağını ve
zaten günümüzde de asıl gündemin bunlar olduğunu düşünüyorum.
*** *** ***
Tarih kuşkusuz ki birebir tekrar değildir.
Aslında bu, her şeyin, bütün toplumsal ve kişisel olguların gerçeğidir.
Fakat benzer koşulların benzer sonuçlar doğuracak olması da doğaldır.
Kapitalizmin dar boğazlara girmesinin emekçilere fatura edilmesi sonucunda
toplumsal gerilimler yükselecek, bunlar ya daha ileri aşamalardaki toplumsal ve
demokratik kazanımlarla, ya da faşizan baskılarla sonuçlanacaktır.
Kapitalist sistemin demokrasi ile çok uzun zaman barışık yaşayabileceğini
düşünemiyorum.
Bu sistemin, yüzünde zaten iğreti duran demokrasi maskesini (ilk ve ikinci dünya
savaşı öncesi ve süreçlerinde olduğu gibi)bütünüyle çıkarıp atması; sosyal
demokrasinin de(yine aynı dönemlerde olduğu gibi) seçimini yapmak zorunda
kalması sürpriz olmayacak.
Söz konusu bu seçim-şimdi Yunanistan’da görüldüğü gibi- ya kapitalist sistemin
pisliğini temize çıkarmaya çalışmak, ya da emekçilerin yanı başında kararlı
olarak yer almaktır.
Dünyanın faşist bir cehenneme mi, yoksa aydınlık bir demokratik-sosyalist
geleceğe doğru mu yol alacağı sorusunun yanıtı, -yine 1. ve 2. dünya savaşları
süreçlerinde yaşanan ihanetlerden alınması gereken derslerin ışığında-
sosyal-demokrat kadroların yapacakları seçimle yakından ilgilidir.
Ataol Behramoğlu/Cumartesi Yazıları/ 050310