SANATSAL YARATMA ÖZGÜRLÜĞÜ
İnsanı bütün öteki canlılardan ayıran, özgünlüğünü sağlayan en temel özelliği, düşünebilme ve buna bağlı olarak da üretme, yaratma yetileridir.
Düşünme yetisinin temel koşulu da özgürlüktür. Bir başka deyişle, düşünme olgusunun sağlıklı biçimde gerçekleşmesi, onun özgürce gerçekleşmesi demektir. Düşünme süreçlerinde kendini baskı altında duyan insan, zihinsel yaratma yeteneklerini ve gide¬rek tümüyle zihinsel sağlığını yitirmeye başlamış demektir. Bas¬kılar, siyasal, toplumsal, kişisel, psikolojik vb. olabilir. Sonuç ay¬nıdır. Düşünceyle konulan yasak, insanın var olma, kendini var etme olanağına, yaşama ve yaratma yetilerine yasak konulmasıy¬la eş anlamlıdır.
Düşünme süreçlerinde kendini baskı altında duyan, özgürce düşünme yetisini yitirmeye başlayan insan, ikiyüzlü, sinik, kor¬kak, edilgen, suskun vb. özellikler gösterecektir. Böyle bir insana sağlıklı insan, böyle insanların oluşturduğu bir topluma sağlıklı toplum denilemeyeceği açıktır.
Düşünme süreçlerinde kendini baskı altında duyan insanın, üretimin bütün alanlarında da başarısız, uyumsuz olacağını söyle¬yebiliriz. İnsanı makineden, robottan ayıran başlıca özelliği, ya¬pacağı işe kendi dışındaki güçlerin zorlamasıyla değil, kendi öz¬gür istenciyle inanması, karar vermesidir. Üretimin bütün alanla¬rında başarıının gizi, insanın özgür istencinde, inancındadır. Öz¬gür istenç ise, ancak özgür düşünme ve tartışma ortamında söz konusu olabilir.
Düşünce özgürlüğünün doğal koşulu ve sonucu, düşünceleri özgürce söyleyebilme, anlatabilme olanağına sahip olmaktır. Dü¬şüncelerin özgürce söylenemediği, açıklanamadığı bir ortamda, düşünce özgürlüğü yok demektir.
Sanatsal yaratı, insanın düşünsel üretiminin özel bir biçimi¬dir. Sanatsal yaratıyı salt düşünsel üretimden ayıran temel özelli¬ği, onun düşlemle (fantezi) bağıntısıdır. Bu bakımdan, sanatsal yaratı alanındaki baskı ve yasaklar, insanın sadece düşünme yeti¬sine değil, düşlem yaratma yetisine de yönelmiş demektir. Düş¬lem yaratma yetisine yönelmiş baskı ve yasak ise, insanın tüm duygusal yaşantılarını, ruhsal yaratma zenginliklerini, yaratma ve yaşama sevincini yok etmekle eş anlamlıdır.
Sanatçı, siyasal, felsefi vb. alanlardaki düşünceleri gözetil¬meksizin, sanatsal yaratı, düşlem yaratı alanında tam bir özgürlü¬ğe sahip olmalıdır. Sanat yapıtının en acımasız ve yanılgısız yargı¬cı, halk ve zamandır. Dünyanın bütün ülkelerinde ve bütün yüz¬yıllarda, yaşarken nice baskılara uğramış, itilip kakılmış nice sa¬natçının (bilim ve kültür yaratıcısının) daha sonraki zamanlarda insanlığın kültür ve özgürlük tarihinde hakları olan yeri aldıkları¬nı görüyoruz. Tersine, şu ya da bu nedenle zamanında göklere çı¬karılmış niceleri de, gerçek bir değere sahip değillerse, zamanla unutulup gitmişlerdir.
Sanat yapıtı (içerdiği düşünceyi ister doğru, ister yanlış saya¬lım) eğer
gerçek bir sanat yapıtı özelliği taşımıyorsa, düşlem gü¬cünden ve zenginliğinden
yoksunsa, ilgi görmeyecektir. Böyle bir ürün, sanatsal olmayan herhangi bir
düşünce ürünü (siyasal bir inceleme vb.) kadar da etkili olamayacaktır. Bu
durumda, sanat¬sal gücü zayıf bir yapıta karşı yöneltilmiş baskının anlamsızlığı
kendiliğinden ortadadır. Sanatsal değer taşıyan bir yapıta, içerdi¬ği
düşüncelerden ötürü yöneltilmiş baskı ise, yukarda açıklamaya çalıştığım gibi,
insanın var olma, düşlem yaratma özgürlüğüne ve sonuçta da toplumun sağlıklı ve
yaratıcı gelişimine engel olmakla eş anlamlıdır.
Sanat yapıtında, doğasının gereği olarak, dar anlamda dü¬şünceyi her zaman aşan
bir yan vardır. Onu salt ve dar anlamda (propagandaya yönelik vb.) bir düşünce
ürünü olarak görüp yar¬gılamak, üstelik de bu yargılamayı günlük siyasanın dar
çerçeveli isterleri doğrultusunda yapmak, insanın en temel değerleri olan
düşünme ve düşlem yaratma özgürlüğünü zedeleyecek, böylece de tek tek yaratıcı
kişiliklerin ve bütün bir toplumun sağlıklı olu¬şumu ve gelişimi güçleşecektir.
(Cumhuriyet, 29.9.1981)