ŞİİR VE DİLSEL BELLEK*

Bir kavramı, nesne ya da eylemi adlandırma olgusunun aynı anda hem bir "adlandırma" hem de bir "seslendirme" olduğunu; bir başka deyişle, "anlam"ın ve "ses"in ayrılmazlığını düşündüğümüzde, şiirin ve dilin ortak kökenine, birlikte oluşum süreçlerinin başlangıçlarına ulaşabiliriz… İnsanlık kültürünün (ve bu arada Türkçenin) ilk yazılı metinlerinin şiirsel duygu uyandıran parçalar olması bir rastlantı değil, şiirin ve dilin en eski zamanlarda, birbirlerinin içinde oluştuklarının kanıtıdır.

Şiirle dilsel bellek arasındaki ilişki üzerinde düşünmek, şiirsel yapılarla dilsel yapıların karşılıklı olarak irdelenmesini gerektirir. Dilsel yapılar bir dilin morfolojik, semantik, fonetik ve sentaksa değgin özelliklerini kapsayan çok geniş bir alandır. Bir dilin (ülkenin) şiirinin o dilin (halkın) belleğiyle ilişki içinde olması, bir başka deyişle, şiirin kalıcılığı, şiir-dil ilişkisinin doğru bir yönde oluşumuyla ilgili olsa gerektir…

Çıkış noktalarında, birlikte, birbirinin içinde gerçekleşen bu karşılıklı oluşum, şiirin konuşma dilinden kopuşundan, şiirsel yaratıların öznelleşmesinden sonra, doğal olarak farklı yataklarda akmaya başlayacaktır… Burada irdelenmesi gereken sorun, söz konusu öznelliğin niteliği, şairin öznelliğiyle dilin ana yapıları arasında bağdaşırlık ya da bağdaşmazlıktır… Böyle bir irdeleme bizi, modern şiirin güç anlaşılırlığı, günümüz okurunun şiirden giderek uzaklaşması gibi sorunların kimi yanıtlarına da götürebilir.

1950'li yılların önemli eleştirmeni Nurullah Ataç, "Şiiri oluşturan, anlamdan çok, sözcüklerin 'maddesi'dir" derken, bu "madde" sözcüğüyle, şiirsel ve dilsel yapıların birbirinden koparılamaz bütünlüğüne değinmiş oluyordu. Ataç, sözlerini şöyle sürdürüyor: "Bir şiir okurken anlamını düşünmekten çok onu oluşturan sözleri duyumsarız; ve şiirin güzelliğini, hatta anlamını, o sözler bizim içimize işlediği, bizde yankılar uyandırdığı oranda anlarız…" Ataç'ın sözleriyle: "Şiir üzerinde düşündükçe, şiirin ne olduğunu anladıkça, kendi dilimden başka dillerdeki şiirlerin bütün güzelliğini, bütün kuvvetini sezemeyeceğimi de fark ettim. Şüphesiz, Fransızca şiir okumaktan vazgeçmedim; fakat daha ziyade Türkçe şiir okumaya başladım; benim anlayabileceğim, benim için bir 'nesne', bir madde olan şiir odur. Fransızca şiirin bir Fransıza vereceği zevki düşüncemle anlarım ve kendim de o zevki tattığımı vehmedebilirim. Yani onu anlamam tamamıyla bir gerçek değil, bir hayaldir."

Şiir ve dilsel bellek arasındaki ilişki beni teknik bir sorun olmanın ötesinde, günümüz şiirinin bir sorunu olarak ilgilendiriyor. Şiirin dilsel bellekten tümüyle kopmaması bence ana dilin tük oluşum süreçlerinin (dilin 'madde'sinin) doğru değerlendirilmesiyle ve bugün de sokakta konuşulmakta olan dille karşılıklı ilişkisinin tümüyle koparılmamasıyla ilgilidir. Şiirsel yapılarla konuşma dili yapılarının, birbirlerine belli bir mesafede dursalar da, birbirlerinin içinde yıkanmaları birbirlerinin içinde nefes almaları gerektiğine inanıyorum.

Dille aşırı öznel oynamalar, deneysellik bakımından önem taşıyabilir. Burada da gerçekten şiir olanla, dilsel bellekte yer alması olanaksız biçimcilikleri birbirinden ayıran, dilin "maddesini" gerçekten kavramış, hissetmiş olmak ya da olmamaktır. Dilsel "maddeyi" kavramayı salt bir dilsel yapı olgusu olarak görmediğimi de vurgulamalıyım. Şair ana dilin bir ustası olmasının yanı sıra, bir duygu ve düşünce ustasıdır da. Baudelaire "deniz" ve "mürekkep" sözcüklerini bir arada kullanırken sözcük oyunu, ya da biçimsel bir benzetme yapmıyordu. Anadilin iki sıradan sözcüğünün yepyeni bir anlamda buluşmaları, şairin yeni bir duygu ve düşünce alanında bulunuyor olmasının sonucudur.

Paul Valery "ulusal mizacın gitgide düpedüz nesirden hoşlanacak bir basitliğe düşmesi"nden yakınıyordu… Ulusal mizaçların bu basitliğe düşüşleri ve şiirin okurdan kopuşu bütün ülkelerde giderek hızlanıyor… Şiir adına da yaşam adına da bu ürkütücü süreçte, kuşkusuz bir çok etkenin yanı sıra, şiirle dilsel bellek arasındaki yaratıcı karşılıklı ilişkiyi aşırı bir öznelleşme ve biçimcilik uğruna gözden çıkaran şairin de sorumluluğu yok mu?

(*) Ataol Behramoğlu'nun 25.3.1999’da Paris'te "Centre de Poétique Comparée"de yaptığı konuşma./Adam Sanat, Mayıs 99