ANDAY’IN ZAMAN ŞİİRLERİ
Birkaç hafta önceki bir toplantıda konuşurken sabahları güne (felsefe, kuram
vb. türünden kitapların yanı sıra) bilimsel konularda( özellikle de fizik
alanında) okumalarla başladığımı söylediğimde izleyiciler arasında şaşıranlar
olmuştu.
Şiirin bilimle ne gibi bir ilişiği olabilir?
Şu ara, yine sabahın erken saatlerinde ve günün ilk işi olarak Werner
Heisenberg’in “Parça ve Bütün”ünü okuyorum…
Kuramsal fiziğe katkıları nedeniyle(1932’de, 31 yaşında) Nobel Fizik Ödülü
verilen Alman bilimcisi, bu özyaşamsal anlatıda, bilim insanı kimliğinin yanı
sıra (müzik başta olmak üzere) sanata olan duyarlılığıyla da çıkıyor okur
karşısına.
Bu yazıda amacım(başlıktan da anlaşılacağı gibi ve sonraki bir yazıya ertelemek
üzere) Heisenberg’in kitabını anlatmak değil.
Fakat,Münih’te bir konferansını izlediği( 1922’de Nobel Fizik Ödülünü almış
olan) Danimarkalı büyük atom fizikçisi Niels Bohr’un, o sırada henüz öğrenimini
sürdürmekte olan genç Heisenberg’e (“atom imgeleri”ne ilişkin bir sorusuna
karşılık olarak) söylediklerini burada yinelemek isterim:
“ Bu imgeler- diye cevap verdi Bohr,- deneylerden elde edilmiş ya da herhangi
bir teorik tahminden yola çıkılarak bulunmamıştır. Bu imgelerin, atomların
yapısını, klasik fiziğin dilinin elverdiği ölçüde iyi betimlediğini umut
ediyorum. Burada dilin şiirde olduğu gibi kullanıldığı hakkında aydınlanmış
olmanız gerekir. Çünkü şiirde konu somut olarak anlatılmaz. Aksine, dinleyicinin
bilincinde imgeler uyandırılır ve düşünsel bağlar üretilir…”
Yukarıdaki alıntıda geçen “imge” ve “düşünsel bağ” kavramları üzerinde
sayfalarca yazılabilir…
Yine belki daha sonra üzerinde durmak üzere, Bohr’un bu sözlerinde, bilimsel
tasarımla sanatsal(şiirsel) tasarımın “dil”le ilişkilerindeki bir yakınlığın
vurgulanmakta oluşunun altını çizmekle yetiniyorum…
Sanatsal tasarımın bilimsel tasarıma, bilimsel kavramların sanatsal yaratı
alanına olanaklar kazandırması çok doğaldır…
Bizim şiirimizde Melih Cevdet Anday’ın bu alanda özel(ve ayrıcalıklı) bir yeri
olduğunu düşünüyorum.
Akılla duyarlılığın kesiştiği bir yerde yazıyor şiirini Melih Cevdet Anday.
(Tıpkı Dağlarca gibi o da) lirik olmadığı yerde(lirizmin karşıtı) didaktizme de
yakın değildir…
Onun şiirine tek başına ne aklın ne duygunun şiiri denebilir.
Çıkış noktası çoğu kez,(akıl önde gelse de) akılla duygunun kesiştiği bir
yerdir.
Anday’ın zaman kavramına ilişkin şiirleri bizim şiirimizde benzersiz bir yere
sahiptir.
Tıpkı bir felsefeci, bir bilim insanı gibi bu kavramla ilgilidir Anday…
Fakat kavramı dile getirişinde bilim insanı ya da felsefeci değil, şairdir.
Kavram, imge olarak dile getirilmiştir…
“Zaman” kavramını, “yaşam” ve “ölüm” kavramlarından ayrı düşünebilir miyiz?
Nedir bu “zaman” dediğimiz şey?
Mutlak mı, görece midir?
Zaman göreceyse eğer, yaşamın ve ölümün de görece oldukları ileri sürülemez mi?
İşte, her biri kendi alanlarında kalsalar da, bilimin felsefe ve şiirle, şiirin
felsefe ve bilimle karşılaşıp karıştıkları yerler…
Anday’ın, denebilir ki 1970’lerden başlayarak yaşamının son dönemlerine kadar
ürünlerinde başlıca şiirsel izleklerdir zaman, yaşam, ölüm kavramları…
Bunlardan, “Zamanlar” adını taşıyanla bitirelim bu haftaki Pazar yazısını…
“Hepsini gördüm ayrı ayrı/Kuşların zamanı tunç rengindedir/Tanrılardır taşın
zamanı/Denizin zamanı ölür dirilir/…/Göğü tanıyamadım, yok ki/Sahipsiz
zamanlarla doldurmuşlar/Ama ordan iner o eski/Ölümsüz sevdaların zamanı kar/…/
Ve havlamayan dev köpekleriyle/İnsanın zamanı…Olmayan/Ama hayalet bir yasemin
gibi kokan,/Toprağımız eşelendikçe.”
Ataol Behramoğlu/Pazar Söyleşileri/ 290707