TURGUT UYAR


Turgut Uyar adı benim için, iki kuşak öncenin usta bir ozanı, çağdaş şiirimize yeni temalar ve biçimler kazandırmış bir öncü, ya da her zaman karşılıklı bir saygı ve sevgi ilişkisi içinde olduğumuz bir ağabey olmasının ötesinde anlamlar taşır.
Onu hep dar alanlara, dar zamanlara sığmaya zorlanmış ve bu yüzden hep daralan bir büyük yürek, bunalan bir büyük akıl, sevmek ve yaratmak olanaklarına elverişli alanları bulamamış ve bu yüzden sınırlarını zorlayıp duran ve kimi kez acısını kendi içine akıtan, ''uzanıp kendi yanaklarından öpen'' bir büyük enerji olarak düşünürüm.
İlk büyük şiiri sayılabilecek ''Uzak Kaderler İçin'' i yazdığında yirmili yaşlarındadır:
''Bir gün, bir yağmurla garip garip
-Çoluğu çocuğu terk edeceğim-
Bir sevgiyle doymayacak kalbim, anladım
Alıp başımı gideceğim
...........................
Bir gün, bir parkta otururken, biliyorum
Bir el yağmurlarla dokunacak omuzuma
Bir çift göz, bir davet, bir kalp
Çoluğu çocuğu terk edeceğim
Yapraklar dökülecek çiçekler solacak
Bir sonbahar, bir sabah ve bir yağmur olacak
Toprak ve insan kokularıyla
Uğultulu bir sarhoşluk içinde, yıllar için
Başımı alıp gideceğim''
Benim 1960'lı yılların başlarında tanıdığım Turgut Uyar, Seka'nın Kızılay'daki (Ankara) binasında, birkaç kişinin paylaştığı odalardan birindeki bir masada oturan küçük bir memurdu. Kuşağımdan arkadaşlarla, kutsal bir yeri ziyaret edercesine o odaya sessizce süzülür, her zaman şık ve yakışıklı oturduğu masanın yakınlarındaki bir yerlere ilişirdik. O dar, sıkıcı, bürokratik ortamda konuşabildiklerimiz nelerdi, anımsamıyorum. Bir süre sonra, yine geldiğimiz gibi, sessizce, saygıyla çıkıp giderdik... Kişiliğiyle ve şiiriyle bizleri büyülemiş olduğu için, dar zamanlara, dar alanlara sıkıştırılmışlığını, şiirlerindeki karamsarlığın nedenlerini tam olarak anlayabilmiş değildik o sırada.
Bir gece geç bir saatte, Kızılay'ın arka ve tenha sokaklarından birinde karşılaştık. O yalnızdı. Biz, sanıyorum Veysel Öngören 'leydik. Her zamanki gibi ölçülü, saygılı ve kibar, ama çok, kibrit çakılsa tutuşur denilecek kertede çok içkiliydi. ''Kanayan bir beyinim ben'' dedi bizi gördüğünde. ''Ben kanayan bir beyinim...'' Ve belki üzerinde çalıştığı bir şiirden birkaç dize daha... Alkolle ve kederle dolu, uzaklaşıp gitti...
Onun dar zamanlara, dar alanlara sığmaya zorlanmışlığı gibi, alkolle (ve şiirde de olsa) kösnü'yle kendini yatıştırmaya çalışmasını da sanıyorum ki o sıralarda tam olarak anlayabilmiş değildik...
Bir gün ona, yine o yıllarda, Buhara meyhanesinde bir şiirimi okudum. Dikkatle dinledi ve şöyle dedi: ''Güzel ama kısa.'' Bence bu ''kısa'' sözcüğündeki eleştiride onun şiir anlayışı gizlidir.
Turgut Uyar bir destan şairidir. Geniş göğüslü, geniş ufuklu, geniş soluklu bir şiirdir onun şiiri. Evrensel, kozmik boyutları olan bir şiirdir. Bu şiirde, ''uzak kaderler için'' yola çıkmak hasretiyle dolup taşan, fakat ''neonlar'' ve ''teoriler'' içinde boğulan çağdaş insanın trajedisi vardır:
''Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı...''

Çıkışsızlık duygusu çok üşümeye dönüşür:

''çok üşürdük hep üşürdük üşümekti bütün yaşadığımız
üşürdü ellerimiz aşkımız sonsuz uzun sakallarımız''
Onu çağdaş dünya ozanlarından belki bir tek T. S. Eliot 'a yakın bulabiliriz. ''Yavaşça Oluyor Ellerime'' nin kahramanı, onun kendi yaşantılarından, kendi boğuntularından damıtılmış bir Mr. Proofrock gibidir:
''Bir denizin yanında nedir ki bıyıklı ve saçları dökülmüş bir adam
Kötü bir alışkanlıktan başka nedir bir adam...''
En son görüşmemiz 1980 sonrasında, benim cezaevinden ya da bir gözaltından çıkışımdan sonra, bir akşamüstü, Bebek Oteli'nin barındadır. Edip Cansever ve Cemal Süreya da oradalardı. Sanıyorum ki Edip Cansever'le de son karşılaşmamızdı bu. İçten sıcak bir ortamda bir süre söyleştiğimizi ve orada onlara söylediğim bir sözü anımsıyorum: ''Aynı anda üçünüzü birden kucaklamak istiyorum...''
Ölüm haberi Paris'teki sürgünümde ulaştı. En sevdiğim şiirlerinden birinin ilk dizesiyle başlayan bir ağıt yazmak istedim: ''Ay ölür şimdi...'' Uzakta, çaresizlikte, içimde katılıp kalan gözyaşlarım gibi, böyle bir şiir de yazılamadı. Sonra, Zerdüşt 'ü bir kez daha okurken ''Büyük Saat'' kavramıyla karşılaşıp irkildim... Dar zamanlara, dar alanlara sığmaya zorlanmış bu büyük yüreğin; Nietzsche 'nin başkaldıran çığlığında kendine bir yazgı yoldaşı aradığını sezinledim... Dar zamanlarda, dar alanlarda, kıraç topraklarda ''kayayı delen incir'' gibi fışkırıp geniş ufuklara yönelen Turgut Uyar şiiri, hayatın ve şiirin ''büyük saat'' lerinde hep gündemde olacaktır...
 

“Cumhuriyet”, 5 Mayıs 2001