ATTİLA İLHAN’LA KARŞILAŞMAK...


12 Ağustos Perşembe sabahı saat yaklaşık 9.30’da, Gümüşsuyu Caddesi’nin Taksim Alanı çıkışında, Gezi Pastanesi yakınlarında Attila İlhan’la karşılaştık...
Onun şiirlerindeki gibi, serin, aydınlık, azıcık yağmur öncesi ya da yağmur sonrası bir sabahtı...
Onun şiirlerindeki gibi dedim ama, ille de tıpatıp aynı olması gerekmiyor.
Attila İlhan’ın şiirlerinde insana çarpan bir gökyüzü vardır. Yağmurlu ya da yağmursuz, berrak ya da kapanık. Gündüz ya da gece. Ama bir gökyüzü duygusu yaşanır. Çünkü her şiirde gökyüzü bulunmaz. Bana göre gökyüzü, şiire nefes aldırır. İçinde gökyüzü olan şiirler gerçekten yaşamakta olduğumuzu duyumsatır...
Attila İlhan’ın şiirlerinde gökyüzü vardır.
Sadece gökyüzü mü?
Sokaklar, caddeler, garlar, iç ya da dış başkaca yaşama alanları. Ressam olsa kent görünümleri, peyzajlar bir de portreler yapardı diye düşünüyorum. Bol ve parlak ve kimi kez grinin tonlarında renklerle.
Onun şiirlerindeki gibi serin, aydınlık bir sabahtı.
İnsanda heyecan, dinçlik ve her şeye yeniden başlayabilme duygusu uyandıran...
Garaja, oradan Çanakkale’ye gitmek üzere, bir otobüs firmasının önünde servis aracını bekliyordum. Birden, benim bulunduğum yöne doğru gelmekte olan Attila İlhan’ın gördüm. Kasketli başı hafifçe öne eğik, omzunda çantası, Gümüşsuyu yokuşundan ağır fakat zinde adımlarla Taksim Alanına doğru yürüyordu. Çevresine bakmadan yürümekte olduğu için beni görmeden geçip gidecekti. Aynı hizaya gelmemize birkaç adım kala, azıcık duraksadıktan sonra, hafifçe eğilerek “Alışkınsındır ama,” dedim ve adımı söyledim. Başını kaldırdı.Dalmış olduğu düşüncelerden sıyrılması için bir kaç saniye geçmesi gerekti. Sonra el sıkıştık, kucaklaştık. “Basından izliyorum” dedi, “çok hareketlisin”. Ve övücü bir şeyler söyledi. “Senin izinde gidiyoruz ”dedim. İnanmazca baktı. Karşılıklı olarak, çok iyi göründüğümüzü söyledik. “Yaşıma göre iyiyim” dedi. Yaşının çok ötesinde iyi göründüğünü söyledim. Yeni romanına çalıştığını,bu yıl bitireceğini söyledi.Şimdiye kadar yaptıklarının otuz kişinin yapabileceği şeyler olduğunu söyledim. Vedalaştık. O düşüncelerine ve yürüyüşüne döndü. Ben bir Attila İlhan sabahında az sonra beni Esenler Garajına götürecek servis aracını beklemeyi sürdürdüm...
Yıllardır aynı kentte yaşıyor olmamıza karşın Attila İlhan’la karşılaşmalarımız (bunlar da genellikle Tüyap Kitap fuarlarındadır) bir elin parmaklarının sayısını geçmez. Kimi kez de onu uzaktan, birilerinin arasında görürüm. Bu unutulmayacak İstanbul sabahında teke tek karşılaşıp birkaç satır konuşmamızın sıcak duygusu bütün gün canlılığını yitirmedi.

*** *** ***

Şiirde ilk büyük göz ağrım Orhan Veli’dir. Ama hiçbir şiir kitabı beni “Sisler Bulvarı” ve onun arkasından da “Ben Sana Mecburum” ve “Yağmur Kaçağı”kadar etkilememiştir. Onların etkisi bambaşkadır. Anlatıcının(şairin) kendisi başta olmak üzere serüvenci kahramanlarıyla, gizemli mekânlarıyla, her biri bir roman kahramanı olan kadınlarıyla, durmaksızın yağan yağmurları, apansız açan güneşleri, İstanbul’u,İzmir’i, Paris’i, Lizbon’u ya da Kazablanka’sı ya da Anadolu’dan bir bozkır gecesiyle, Attila İlhan’ın bu ve sonraki kitaplarından her biri ve daha da öte her şiiri, damıtılmış, yoğunlaştırılmış roman tatlarındadır. Eğer çağdaş Türk şiirinde senfonik(çok sesli) şiirin bir ilk ve ender örneği aranacaksa, “Sisler Bulvarı”ndan “Kaptan”ı, bu bir senfoni vurgusuyla başlayıp bir senfonik ses, anlatı, imge zenginliğiyle sürüp giden büyük şiiri okumak gerekir. Biçimin(ve retoriğin) çok büyük ustası olmasına karşın onun şiirlerindeki yaşam, kavramsal değil duyumsaldır. Bu şiirler birer resim olsa, renklerine ellerinizle dokunmak isterdiniz... “Sen Beyaz Bir Kadınsın”daki uzak beyaz kadın , “Pia” ya da “Mariya Misakyan” ya da “Fabrika Durağı”ndaki kız, biraz hepimizin sevgilisidir. “Üçüncü Şahıs”ta biraz hepimiz varız. “Emperyal Oteli” hepimizin gitmek istediği bir yer, “Sisler Bulvarı” bir sonbahar günü hepimizin geçtiği bir bulvar gibidir... Aklıma bir çırpıda gelen bu saydıklarım, Attila İlhan’ın şiir okyanusuna sadece birer giriş olabilir...

*** *** ***

İyi şairler, büyük şairler, bir de mucize şairler vardır. Yirminci yüzyıl Türk şiirinin mucize şairleri , bence, Nâzım Hikmet, Orhan Veli, Dağlarca ve Attila İlhan’dır... Yirmili yaşlarımın başlarında, esrik bir Bursa gecesinde ona, şiirlerine duyduğum hayranlığı dile getiren bir mektup yazmayı düşlemiştim... Böyle bir mektup yazılmadı. Fakat çok yıllar sonra, bir İstanbul sabahındaki beklenmedik karşılaşmanın sonrasında yazılan bu yazıyla, o gençlik düşümü de gerçekleştirmiş oluyorum...


Cumhuriyet/Cumartesi Yazıları/21 Ağustos 2004