BENİM FRANSIZ ŞAİRLERİM ya da ŞİİRDE ETKİLEŞİM ÜZERİNE *
I
Necip Fazıl’ın “Tabut” adlı ünlü şiirini anımsayanlarımız olacaktır.
İlk kıtası şöyledir:
“Tahtadan yapılmış bir uzun kutu
Baş tarafı geniş ayakucu dar
Çakanlar bilir ki bu boş tabutu
Yarın kendileri dolduracaklar”
“Ölen kardeşime” ithaflı bu şiiri bir rastlantıyla bir dergide görüp
okuduğumda on yaşlarında kadardım ve bedenimden sanki bir elektrik akımı
geçmişti.
O sıralarda henüz şiir de yazmıyordum.
Sonra, ortaokulun ilk sınıflarından birinde, bana şiir gibi gelen ilk şiirimi
yazdım.
“Sefalet” adlı bu şiirin ilk kıtası şöyledir:
“İzbe bir kulübe çullarla kaplı
Döşeme yerinde çürük tahtalar
Kırık kerevette, mahzun, düşünen
İskeletten farksız bir zavallı var”
Size belki inandırıcı görünmeyecek ama, benim bu ilk şiirimle Necip Fazıl’ın
beni öylesine etkilemiş şiiri arasındaki benzeşimleri, çok yakın bir zamanda,
şiirimin yazılışından diyebilirim ki yarım yüzyıl sonra, birden algılayıverdim…
“Sefalet”i yazarken Necip Fazıl’ın “Tabut”u aklımın ucundan bile geçmemişti.
Nitekim benim bu çocukluk ya da belki ergenlik dönemi şiirimle bu şiiri
yazışımdan birkaç yıl önce okuyup çok güçlü biçimde etkilendiğim Necip Fazıl
şiiri arasında, tema, mecaz, sözcük benzeşimleri yoktur.
Fakat her iki şiirin bu giriş dizelerinde, ilkindeki “dar”, “dolduracaklar”, ve
benim şiirimdeki “tahtalar”, “dar” uyakları arasındaki yakınlık, ses benzeşimi
bence bir rastlantı olamaz.
Şimdi bunları yazarken “tahta” sözcüğünün her iki şiirin bu ilk dörtlüklerinde
de kullanılmış olduğunu görüyorum.
Demek bir sözcük etkilenimi de söz konusu…
Bu benzeşimlerin yanı sıra, yine her iki şiirin ilk dörtlüklerindeki “r”
“allitération”u ortaklığı da çok açık.
Her iki şiir, sözünü ettiğim şiiri yazdığımda bu konuda herhangi bir bilgi
sahibi olmamama karşın, 14 heceli(7x7) vezin ölçüsüyle yazılmış.
Bütün bunlardan başka,yine her iki şiir, benzer bir anlatım biçimiyle, bir
betimle açılıyor.
İlkinde “tabut”, ikincisinde(denebilir ki o tabuttan pek de farkı olmayan) bir
“kulübe” betimlenmekte…
Belki biraz zorlanarak, bu giriş kıtalarının üçüncü ve dördüncü dizeleri
arasında da benzerlik bulunduğu, ikinci şiirde(benim şiirimde) betimlenen iç
mekândaki kişinin ilk şiirdeki boş iç mekânı “dolduracak” aynı kişi olduğu da
ileri sürülebilir…
Böylece, şiirler arasında benzeşim(ya da etkileşim) olgusunun, bizim şiir
araştırmaları ekolümüzde yapıla geldiği ve yine bizde genellikle sanıldığı gibi,
mecaz ve betim öğeleri ya da temalar arasında sıradan bir benzerlik ve
etkileşime indirgenemeyeceği; bunları kapsayarak ya da kapsamayarak, şiirin
yapısıyla, daha da öte “derin yapı”sıyla ilgili bir sorun olarak ele alınması
gerektiğini örneklemiş oluyorum…
II
Rus sanat eleştirmeni, biçimci kuramcılara yakınlığı ile tanınan Nikolas
Harciyev’in, çalışma arkadaşı VladimirTrenin’le birlikte
hazırladıkları(Fransızcası “La Culture Poétique de Maıakovskı” adıyla 1982’de
“L’Age d’Homme” yayınevince yayınlanan) kitapta, her iki araştırmacının birlikte
oluşturdukları “Mayakovski’nin Şiirsel Değer Konusunda Ölçütleri” başlıklı bir
yazıda, “şiirin tekniğine ilişkin sorunlar konusunda son derece dikkatli” olduğu
belirtilen, yenilikçi, büyük Rus şairinin, sözü edilen konudaki görüşünün
özetlenip irdelendiği bir bölüm şöyledir:
“Mayakovski her şiirsel yapıtı, şairin(Mayakovski’nin) kendi sözleriyle,
uyumsal(ritmik), koşuksal(metrik) vb…yüzlerce çok hassas etkin özelliğin
işlevsel olarak birbirine bağlanıp ayrılmaz bir birlik oluşturduğu dinamik bir
sistem olarak görüyordu.
Akademik biçimcilerin hatası, sistemin belli öğelerini (koşuk, nitelem(épithète)
uyak, söz dağarı(lexique) vb…) yalıtlamaları ve onları yapının bütünüyle ve
genel yazınsal evrim süreçleriyle karşılıklı bağları dışında, soyut bir
yaklaşımla irdelemeleridir.”
Sözünü ettiğim yazıda, Mayakovski’nin, dönemin “proleter şairler”inin şiirlerine
yönelik çok önemli bir yapı çözümlemesinin irdelenmesi de yer almaktadır. Bu
yazısında Mayakovski, kendilerini proleter şair diye adlandırıp Rus simgeci
şiirinin Aleksandr Blok gibi. büyük ustalarını ağır biçimde eleştiren bu
şairlerin şiirlerinde, eleştirdiklerinden farklı olan şeyin, sözcükler, betimler
düzeyini aşamadığını, yapısal olarak ise eleştirdikleri şairlerin şiirsel
yapılarını bilerek ya da bilmeyerek kopya çektiklerini gösteriyor…
Bir şiirin incelenmesi nasıl karmaşık bir yapının incelenmesi demekse, v bu
dinamik (ve benim ayrıca benimsediğim bir deyimle bu organik sistemin)
irdelenmesi nasıl bütüncül bir yaklaşım gerektiriyorsa, aynı dilde, özellikle de
farklı dillerde şiirler arasındaki etkileşim(benzeşim) sorunlarının
çözümlenmesinde benimsenmesi gereken yöntemin de yine bu karmaşık yapı
özelliklerinin irdelenip karşılaştırılmasını gereken bütüncül bir yöntem olması
gerektiği kanısındayım.
“Son Yüzyıl Büyük Türk Şiiri Antoloji”ne çalışırken çok ilginç bir deneyim
yaşadım.
Başlangıcında günümüze, sanki tek ve aynı şiir gövdesini okuyor gibiydim.
Sanki bütün şairler, aralarındaki yüzyıl, dönem, anlayış vb. ayrımlarına ve
hatta karşıtlıklarına karşın, sanki tek ve büyük bir şiir örgüsünü
dokumaktalardı.
Bende bu duyguyu uyandıran, yapıla gelen şiir incelemelerinde adlarını bir arada
görmeye alışmadığımız, gerçekten de farklı şiiri anlayışları, ya da farklı dönem
ve kuşaklarda yer alan şairlerin ürünleri arasında yapısal ilişkiler görmemdi…
Bir parantez açarak kendi şiirim adıma konuşacak olursam, benim şiirlerimde,
Namık Kemal’den Tevfik Fikret’e, Mehmet Emin Yurdakul’dan Ahmet Hâşim ve Yahya
Kemal’e, bu şairlerimizden çağdaş şiirimizin bir çok ustasına, onların yanı sıra
da gençlik yıllarımda okuyup etkilendiğim, edebiyat tarihinde pek de önemli yeri
bulunmayan başka bazı şairlere kadar, bir çok şairden esinlenmeler, etkilenimler
olduğu kuşkusuzudr.
Bunlar arasında söz gelimi Nâzım Hikmet şiirinin çeşitli yönlerinden
etkilenişim, çok daha yeni, 60’lı yılların ortalarında, büyük olasılıkla da
şiirimin yapısal özellikleri büyük ölçüde oluşup belirginleştikten sonradır.
Fakat ülkemizde edebiyat eleştirisi, yukarıda sözünü ettiğim anlamda, yapısal,
bütüncül ve karşılaştırmalı bir yaklaşımla şiir irdelemeleri yapmak zahmetine
girmediğinden ve bu konuda yeterli kuramsal donamıma da sahip bulunmadığından;
konu, tema, mecaz, kuşak, dönem, yaşam öyküsü kısır döngüsünden kurtulamamakta,
bu nedenle de edebiyat biliminin belki bu en önemli ve duyarlı alanında ne
dikkate değer incelemeler yapılmakta, ne de bu alanda sözü edilmeye değer akım
ve ekoller oluşabilmektedir.
III
Bu açıklamalardan sonra, farklı dillerde şiirler arasında etkileşim, benzeşim
gibi sorunların irdelenmesine girişmeden önce, karşımıza yanıtlanması gereken
bir soru çıkmaktadır:
Farklı dil yapıları arasında ve konumuzla daha doğrudan ilgili bir deyişle de
farklı yapısal özelliklere sahip dillerde yazılmış şiirler arasında yapısal
bakımdan karşılıklı etkileşimler olası mıdır, ya da bu benzeşim ve etkileşimler,
hangi bakımlardan, hangi ölçülerde olasıdır?
Bu noktada çok ilginç bir çeviri deneyimimden söz etmek isterim.
20 yüzyıl Rus edebiyatının en önemli şairlerinden Aleksandr Tvardovski’nin
“Savaş Bittiği Gün” adlı şiirini, bu duygu dolu şiiri, dilimizde aynı duyguları
karşılamaya çalışarak ve bunu başardığıma inanarak çevirmiştim. Şu anda da başka
dillerden Türkçeye yaptığım şiiri çevirileri içinde en sevdiklerimden biridir.
Fakat günün birinde Tvardovski’nin şiirlerini bir kez daha okumaktayken, sözünü
ettiğim şiirin Rusça orijinali beni şaşırttı…
Benim çevirdiğim şiir gerçekten bu muydu?:
Karşımda bambaşka bir şiir yapısı durmaktaydı…
Çünkü hiçbir uyarlama amacı ve çabası olmamamsına ve sözcükler olanak ölçüsünde
aynı anlamdaki Türkçeleriyle karşılanmış olmalarına karşın, demek ki ben ister
istemez, aslındaki yapıdan esinlenen, fakat yine de farklı bir yapı
oluşturmuştum…
İster istemez, çünkü Rusça ve Türkçe iki ayrı dil yapısına sahiptir.
Bir dildeki şiirsel yapıyı, farklı dil grubundan bir başka dile aynen
aktaramazsınız.
Bu söylediklerim aynı zamanda, öyle sanıyorum ki, etkileşim, benzeşim olguları
için de geçerlidir.
Yabancı dilde okuduğunuz bir şiirden etkilenerek bir şiir yazdığınızda, tema,
sözcük, mecaz vb. alanlarında kolayca gözlemlenebilecek benzeşimlere karşın,
yapısal etkilenim hemen hemen olanaksızıdır.
Ya da ancak çok özel bir irdelemeyle, sözdizimine, sözdizimi ve semantik
ilişkisine, yapısal dil bilim inceleme ve karşılaştırmalarına ilişkin bir
araştırmayla, varsa eğer böyle bir etkilenim ya da benzeşimin öğeleri belki
bulunup çıkarılabilir…
“Nâzım Hikmet’in İlk Şiirlerinde Biçim Özellikleri ve Özgür Koşuka Geçiş”
başlıklı bir incelememde, Nâzım Hikmet’in Türk şiirinde de devrim yaratan ilk
özgür koşuk ürünü şiirlerinde, Rus fütürizmi ya da Mayakovski şiirinden çok,
bizim müstezad ve hece ölçüsü öğelerinin özel bir kullanımının
söz konusu olduğunu örnekleyerek göstermiştim.
Genç Nâzım Hikmet’in devrimci Rus modernizminin çeşitli yönlerinden, genel
havasından etkilenmesi doğal ve kaçınılmazdı.
Fakat etkilenimlerini şiire aktarırken, elindeki malzeme kendi dilinin ve o
dildeki şiirin yapısal özellikleriydi…
Nitekim bir yazısında bunu, “Mayakovski bir nevi Rus aruzunun, bir çeşit, son
haddine vardırılmış, müstezatlı tarziyle yazar… Halbuki benim yazılarımda böyle
muayyen bir veznin son haddine vardırılmış müstezatlı tekniği yoktur…”
sözleriyle belirtmekte, “ahenk” ve “vezin” anlayışı bakımından Mayakovski’yle
aralarında hiç bir benzerlik bulunmadığını söylemektedir
Böyle bir benzerlik olamazdı da…
Çünkü yazdıkları diller ve o dillerdeki şiiri birikimleri arasında bir yapı
benzerliği, yakınlığı yoktu.
Tıpkı bunun gibi, Sabahattin Eyüboğlu’nun enfes Baudelaire çevirilerinden “İçe
Kapanış”ın ilk dizelerini şiirin aslıyla karşılaştırarak okumak ilginç sonuçlara
götürecektir. “Sois sage ô ma Douleur, et tiens-toi plus tranquille/Tu réclamis
le Soir,il descend; le voici:/Une atmosphère obscur enveloppe la ville,/Aux uns
portant la paix, aux autres le souci” -dizelerindeki
“şehri siyah bir atmosferin kuşatması” ile Türkçe çeviride “siyah örtülere
sarması” arasındaki çağrışım farklılıklarından daha da önemlisi, vurgulamada,
tonlamada duyumsanan, ya da benim duyumsadığım farklılıklardır.
Şiirin orijinalindeki keder, bıkkınlık, iç çekiş vurgusu, Türkçe çeviride sanki,
hitap edilenden bir yakınma ve ona az çok bir buyurma tonlamasına dönüşüyor.
Belki de bana öyle geliyor…
Fakat böyle de olsa, farklı dil yapıları arasındaki her şiiri çevirisinin,
kaçınılmaz olarak bir uyarlama özelliği taşıyacağını düşünüyorum.
Karşılıklı etkileşim konusunda da sanıyorum ki elde edilecek sonuç bundan farklı
olmayacaktır…
IV
Türk şiiri üzerinde Fransız şiirinin 19. yy.dan bu yana etkilerinin
irdelenmesi kuşkusuz ki ilginç bir konudur.
Çağdaş şiirimiz alanında kendi gözlemlerime ilişkin birkaç örnek vermem
gerekirse, Fransız şiiriyle ilgisi olabileceği pek düşünülmeyen Turgut Uyar’ın
“Terziler Geldiler” adlı şiiriyle, Saint John Perse’in “Les Mecaniciens Sont
Venus” adlı şiiri arasındaki benzerlikler irdelenebilir.
Cemal Süreya’nın Fransız şiirinden etkilenimleri daha çok mecaz düzeyinde;
“capital de doluleur”, “yalnızlığın başkenti” benzeşimleri bağlamında
görülmüştür. Bu şairimizin Fransız şiirinden, Apollinaire’den ve özellikle de
Eluard’dan etkilenimleri ciddi bir irdeleme konusu olabilir.
İlhan Berk, René Char ya da Mallarmé’ye olan yakınlığını her zaman dile
getirmiştir.
Attila İlhan’dan Orhan Veli ve kuşakdaşlarına, daha öncelerde hece şiirimize,
Yahya Kemal’den Tevfik Fikret’e ve belki Tanzimat kuşağına kadar, Fransız
şiirinin şiirimiz üzerindeki etkilerinin irdelenmesi, tematik benzerlikler, ya
da mecaz vb. benzeşimlerini aşan bir yöntemin uygulanması koşulu ile, hiç
kuşkusuz karşılaştırmalı edebiyat biliminin önemli bir alanını oluşturacak,bunun
yanı sıra da şiirsel yapı olgusunun açıklamaya çalıştığım karmaşık yapısının
daha iyi ve doğru kavranmasına katkıda bulunacaktır.
Yazımın üst başlığına, yani “benim Fransız şairlerim”e gelince…
Bu konuda da izninizle, kolokyumun tanıtım kitapçığında yer alan sözlerimi az
çok geliştirerek yinelemek, konuşmamı böylece tamamlamak istiyorum:
Fransız şiirinden, önce Türkçeye çeviriler yoluyla etkilendim.”Sarhoş Gemi” ile
Rimbeaud, “İçe Kapanış”la Baudelaire ön sıradadır. Bu etkilenimleri Sabahattin
Eyüboğlu’nun bence olağanüstü çevirilerine borçluyum.Fransızcayı 1970’te
öğrenmeye başladım. Les Fleur du Mal o günlerden bu günlere başucu
kitaplarımdandır. Ancak, öyle sanıyorum ki, sevgiden de öte, benim şiirimi bazı
yönlerden asıl etkileyen, iki Fransız şairi, “Transsiberien”iyle Blaise Cendrars
ve genel olarak da Apollinaire’dir. “Bir Gün Mutlaka”da, Nâzım Hikmet’in “Saman
Sarısı”, Attila İlhan’ın “Kaptan”ı , belki Cemal Süreya’nın “Üvercinka”sının
yanısıra, Cendrars’ın sözünü ettiğim bu şiirinin arka planlardaki etkileri
kuşkusuzdur.Bu şiirlerdeki devingenlik, akan zaman ve Apollinaire’in kimi
şiirlerindeki şimdiki zaman vurgusu benim zaman anlayışımla da örtüşmektedir…
Sadece kavramsal olarak algılanmayıp, canlı, organik olarak duyumsanan, karmaşık
ve aynı zamanda da (geçmişi, şimdiyi, geleceği kimi kez aynı anda içererek)
akışkan bir şimdiki zaman duygusu…
Bizim çağdaş şiirimizde üzerinde pek fazla durulup düşünülmediğini gözlemlediğim
bu çağdaş zaman algılayışını, adlarını yukarıda andığım temsilcileri de içinde
olmak üzere, öncelikle Fransız gerçeküstücülüğüne borçlu olduğumuzu düşünüyorum.
Ankara,12 Ekim 2006
(Hacette Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalınca düzenlenen
sempozyumda yapılan ve daha sonra “Litera” dergisinde yayımlanan bildiri)